Detoks Diyeti Efsanesi

Detoks Diyeti Efsanesi

“DETOKS” EFSANESİ

BUĞDAY YOK, ET YOK, SÜT ÜRÜNLERİ YOK, ALKOL YOK, KAFEİN YOK, SEKER YOK, tuz yok, işlenmiş gıda yok. Bir sürü meyve ve sebze, buğdaysız hamur, esmer pirinç, kabuklu yemiş, tohum, fasulye, mercimek, tofu, limonata ve litrelerce su. Böyle bir beslenme tarzının adı nedir? Beslenme konusunda geçici heveslerin peşinden gidenler buna “detoks”, beslenme araştırmacıları da “tuhaf” diyor. Detoks savunucularının iddialarına göre modern yaşam biçimi bedenimizi toksinlerle dolduruyor. Toksin terimiyle ilgili yaptıkları tanım da biraz karmaşık. Pestisit artıkları, besin katkı maddeleri (bu maddeleri kontrol altında tutan sıkı kurallara rağmen) ve PCB’ler, dioksinler, plastiği yumuşatan maddeler ve cıva gibi çevre kirliliğine neden olan maddeler geliyor akıllara çoğunlukla. Ama şeker, tuz, et ve süt ürünleri de toksik maddeler sınıfına sokulup bir kenara atılıyor. Detoksçuların iddiasına göre bütün bu toksinler, dokularımızda birikiyor ve kilo alımına, baş ağrılarına, şişkinliğe, bitkinliğe, bağışıklık sisteminin zayıflamasına ve cildin cansız görünmesine yol açıyor. Bu toksinleri düzenli olarak bedenimizden yıkayıp atmazsak ayvayı yuttuk, diyorlar. Bunu yapmanın yolu da detoks diyeti.

Detoks diyeti

Peki ama kanıt nerede? Detoks diyetinden sonra idrarda, dışkıda ya da terde “toksinler”in olduğunu gösteren araştırmalar yaptı mı biri? Böyle bir veriye ben ulaşamıyorum. İşin gerçeği, bedenlerimiz sürekli bir detoksifıkasyon halinde. Karaciğerimiz ve böbreklerimiz, sentetik ya da doğal her türlü istemeyen maddeyi dışarı atmakta ustadır. Detoks diyetinin bu organların etkinliğini arttırması mümkün olabilir mi? Böyle bir rejimden sonra kendilerini daha iyi hissettiklerini söyleyenler var ne de olsa. Burada heyecanlı bir hikâye kokusu alan BBC, detoks diyetini bir teste tabi tutmaya karar verdi. Gıdalar Hakkındaki Gerçekler programının yapımcıları 19 ila 33 yaşındaki 10 kadım izlemeye aldı. Bunlar, bir rock festivalinde eğlenen ve detoksifıkasyon deneyimi için gayet uygun adaylardı.

Kadınların beşinde klasik bir detoks diyeti uygulandı, diğerleri ise sıradan, sağlıklı bir biçimde beslendiler. Daha sonra deneklerin tümü bilimsel araştırma uğruna bazı beden sıvılarını feda ettiler. Böbrek fonksiyonlarının incelenmesi için kreatin seviyeleri ölçüldü. Karaciğerin sağlık durumunu belirlemek için kandaki karaciğer enzimleri test edildi. Antioksidan potansiyelinin belirleyicisi olan C ve E vitaminlerinin yanında belirgin bir toksin olduğu gerekçesiyle detoks taraftarlarının sık sık hedefi olan alüminyum için de kan testleri yapıldı. Gruplar arasında dikkat çekici bir fark tespit edilemedi. Belirgin bir detoksifıkasyon da yoktu. Peki o halde nasıl oluyor da detoks temizliğinden sonra insanlar kendilerini gençleşmiş hissettiklerini iddia ediyor? Kafein ve alkol baş ağrılarına neden olabilir, yani bunlardan uzak durmanın faydası dokunabilir. Daha az yemek, şişkinliği azaltabilir ve çelişkili bir biçimde açlık sınırına yakın yaşamak, enerjinin yükselmesini, hatta mutluluk hissini tetikle-yebilir. Aç insanların yiyecek bulmaya çalışırken kalan son enerjilerini topladıkları zamanlara ait evrimsel bir kalıntı bu büyük ihtimalle.

Detoks diyetleri sağlık hissini arttıran sonuçlar verse de genel düşünceleri kusurlu. Verilen mesaj şu: Düzenli olarak temizlik yaparsak bedenimiz beslenmeyle ilgili işlediğimiz günahları affeder. Doğru beslenme bundan ibaret değil. Her zaman sağlıklı bir biçimde yemek yemeye odaklanılması gerekiyor, bir sorun çıktığında dramatik bir değişim yapmaya değil. Ancak bu düşünce, beslenme tarzında kısa vadeli bir değişiklikle sağlığın mucizevi bir şekilde geri kazanılması iddiası kadar çok satmıyor. Anestezi uzmanı Anthony Sattilaro’nun çok satan kitabı Recalled by Life ta anlattığı etkileyici öykü bunun tipik bir örneği.

Dr Sattilaro’ya 1970’li yılların sonunda yaygın kanser teşhisi konmuştu. Rastlantı eseri doğal aşçılık kursundan yeni mezun olmuş bir otostopçuyu aldı arabasına. Genç adam doktora sonucun mutlaka ölüm olması gerekmediğini, kanserin iyileştirilmesi zor olmayan bir hastalık olduğunu söyledi. Sattilaro makrobiyotik dünyaya bu şekilde girmiş oldu. Umutsuz insanlar umutsuzca şeyler yapar. Böylece et, süt ürünleri, meyve, yağ ve yumurtalar gitti; esmer pirinç, haşlanmış sebze, esmer suyosunu, miso çorbası ve erik turşusu geldi.

Neredeyse aynı anda ağır ilaçlarla kontrol edilegelen ağrılar yok oldu ve üç saat içinde kanser de ortadan kalktı. Recalled by Life çok satan bir kitap oldu ve birçok kanser hastasını makrobiyotiklerin ümit verici yolculuğuna çıkarıyor. Sattilaro’nun ayak izlerini takip eden, ancak geleceklerini geri hastaların tersine çevirme imkânı olmayan hastalar, sonunda deneyimlerini anlattıkları bir kitap yazmadılar tabii. Ne yazık ki Sattilaro’nun kanseri tekrarladı ve bu kez hiçbir beslenme biçimi onu kurtaramadı. Her şeyin başa dönmesine “de-tokslayan” makrobiyotik diyeti mi neden oldu? Kim bilir? Sattilaro, testisleri-ni, prostatını ve bir kaburga kemiğini aldırmak için ameliyat oldu ve östrojen tedavisi gördü.

Bedenin detokslanmasıyla yeniden sağlık kazanmanın sırrını bulduğunu iddia eden ne ilk ne de son kişiydi Dr Sattilaro. 1950’lerde Adolphus Hohen-see, bedendeki toksinlerden kurtulmak için her akşam makata bir diş sarımsak konması gerektiğini söylüyordu ısrarla. Sabah ağızdaki sarımsak kokusunun da detokslayıcı kimyasalların bedende üstlerine düşen görevi yaptıklarının bir kanıtı olduğunu öne sürüyordu. 70’lerde “anti-aging araştırmaları ve beyin biyokimyasının önde gelen bağımsız uzmanlarından” Durk Peakson ve Sandy Shaw, çok satan kitapları Life Extension’da bizi günde 30 tane besin takviyesi tüketmeye teşvik ediyordu. 1980’lerde Dietfor a Poisoned Planet adlı kitabıyla ortaya çıkan David Steinman, gıdalarımızın içindeki pestisitlerin ve endüstriyel kimyasalların etkilerine karşı yüksek dozlarda niasin öneriyordu.

80’ler bize Harvey ve Marilyn Diamond’ın Fitfor Life adlı kitabını da getirdi. Bu kitapta nişastayla protein bir arada yememenin detoksifikasyona doğru önemli bir adım olduğu öne sürülüyordu. Bu yüzyılın ilk 10 yılında natüropat Peter D’Adamo’nun Eating Rightfor Your Blood Type adlı kitabında kan grubuna uygun beslenme konusunda fikirleriyle tanıştık. Kan grubu A ve göğüs kanseri geçmişi olan kadınlara salyangoz yemenin faydalı olabileceğini öneriyor. Great American Detox Diet adlı kitabında Alex Jamieson (bir ay boyunca McDonald’s yiyerek aşırı kilo alan Morgan Spurlock’ı tekrar sağlığına kavuşturan kız arkadaşı) un ve suyla kâğıt hamuru yaptığımız sanat derslerini hatırlatıyor bize. Beyaz ekmek yersek bedenimizde böyle bir yapışkan madde oluşacağım iddia ediyor. Beyaz ekmek yemeyen Alex, bedenimizi temizleyebilen deniz yeşilliklerinden bol bol yiyor. Enfes. Ortaya çıkacak yeni detoks ] projelerinin hem akla hem de bedene hitap etmesini umuyorum sadece.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir