Dul Kadın

Dul Kadın

Dul Kadın

Kadın eşini kaybettiğinde bir şekilde yalnız kalıyor. Ama daha büyük yalnızlık, kadının eşinin ölümüyle birlikte aldığı dul sıfatından dolayı toplum tarafından terk edildiği için hissettiği yalnızlık. Kadın istediği gibi sosyalleşemiyor, daha kısıtlı yaşamak zorunda kalıyor. Bu daha çok geçmiş nesillerin zihninde. Tabii her zaman sınırlar zihinde ama kolektif bilinç nedeniyle kadınlar bile dul hemcinslerine tehlike gözüyle bakabiliyor.

Kadının, kadın olmasından hoşnut olmasına yeterince engel varken bir de cinsiyetinin yanma eklenen dul etiketi, kendini tamamen kabul etmenin ve sevmenin önünde koca, taştan yüksek bir duvar gibi sanki…

Eşlerini kaybeden kadınların genelde yaptığı, hayatlarını çocuklarına adamak ve kadın olduklarını unutmak. Biraz arabesk bir toplum oluşumuzdan da kaynaklı olarak mutsuzluk kaderimmiş, yüzüm hiç gülmedi ki, genç yaşımda gül gibi sararıp soldum ağıtları hep yakılmış. Ama bu ağıtların bu düşünce tarzının kimseye bir faydası olmamış. Kadının dul kalmasında dolayı, yaşadığı mutsuzluk, yalnızlık çocuklarında mutluluğu kendine hak görmemeye, kendini mutluluğa layık görmemeye sebep olmuş.

CREATOR: gd-jpeg v1.0 (using IJG JPEG v62), quality = 90

Şüphesiz dut kalan kadınların da bilerek ve isteyerek sergiledikleri bir tutum değil bu. Belki de biraz çevrenin beklentisi, empozesi… Kaybedilen eş nedeniyle hayata küsmüşlük, mutsuzluğa mahkûm ediyor farkında olmadan…

Danışanım Sevim’in annesi, üç çocuğuyla 30’lu yaşlarında dul kalmıştı. Toplumun baskısı aileden gelen gelenekçi yaklaşımlar ve kendi inanç kalıplarıyla birlikte yalnızlaşan hayatını keyiften, neşeden, hatta sinemaya gitmekten bile uzak tutmuş, mutsuz yaşamaktaydı. Bu mutsuzluğun, kızının mutluluğuna büyük engel olduğunu fark etseydi eminim kendini mutlu etmek için bir şeyler yapmaya daha azimli olurdu.

Sevim’in annesi, mutsuz ve umutsuz haliyle kızını derinden etkilediğinin farkında değildi. Ama Sevim ilişkiler üzerine çalışırken bu durumdan nasıl etkilendiğinin farkındalığım yakalamıştı.

Genelde erkek arkadaşlarıyla sadece grup halindeyken görüşüyordu. Bir topluluğa girdiğinde ise kendine bir kenar köşe bulup saklanıyormuşçasına sohbete çok katılmadığını fark etmişti. Sessiz sakin duruşunun ardında sanki görünür, sesi duyulur, sözü işitilir olursa bundan bir sakınca doğar düşüncesi vardı. Arkadaşlarıyla sosyalleştiğinde, keyifli, güzel vakit geçirip eğlendiğinde, eve gelince bunu annesinden gizliyordu. Nasıl geçtiğini soran annesine, “Hep aynı eh işte,” diyordu. Güzel, keyifli vakit geçirdiğini, eğlendiğini annesine söylemekten nedense kaçınıyordu.

Nasıl söyleyebilirdi ki, annesi “Dul kadın öyle her yere gitmez” diye dillendirdiği kodlamanın etkisinde yalnız bir hayatı benimsemişti. Annesinin kendini kısıtlamış olmasından dolayı mutsuzluğuna inat Sevim nasıl eğlenip mutlu olabilirdi.

Buna hakkı yoktu ki…

Sevim’e göre; annesi, çocukları için hayatını yaşamamıştı. Bu ne büyük bir hipnozdu. Sevim, annesinin sınırlandıran inanç kalıplarını kırmadığı bir yaşamı tercih etmesini kabul etmekte zorlanıyordu. Ama değişim ve dönüşüm için annesinin göstermediği azmi göstermeye kararlıydı. Çok az İngilizce bilmesine rağmen yurt dışına tatile gitmeye ve bir hayalini gerçekleştirerek kendini mutlu etmeye karar vermişti. Daha önce tek başına tatile gitmemiş ve hiç yurt dışına çıkmamış yetişkin bir kadın için fazlasıyla radikal bir karardı. İlk işi pasaport çıkartmak oldu. 30 yaşında genç bir kadın, mutlu olmaya hakkı olduğunu, mutlu olmaya layık olduğunu bilerek pasaportunu çıkardı, İtalya vizesini aldı ve Roma’ya uçtu. Döndüğünde ise hala mutluluktan uçuyordu.

Küçük gibi görünen bir farkındalık Sevim’in dönüşümünü hızlandırdı. Şimdi istediği şeyleri yaparak ve yeni bir ilişki yaşayarak, her ne durum içinde bulunursa bulunsun kendi kurtuluşunun sadece kendi elinde olduğunu biliyor ve kendine teşekkür ediyor. Çünkü Sevim medeni durumu ne olursa olsun kendini mutlu etmeyi biliyor.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir