İçeceklere hangi katkılar eklenir?

İçeceklere hangi katkılar eklenir?

İçeceklere hangi katkılar eklenir?

Hem kendisinin, hem de çocuğunun daha iyi beslenmesini isteyenler, hangi içeceği tercih etmeli? İlk cevap kuşkusuz su ve süt. Meyve suyu ise devamında gelecek en iyi alternatif. Bu durumda da ‘hangi süt ve hangi meyve suyu?’ sorusunu sormak gerekiyor. Bugün, piyasada ‘meyve suyu’ etiketiyle satılan içeceklerin ezici çoğunluğu, içileceği anda sıkılan meyve suyu olmadığı için, doğal vitamin ve mineral değerlerini kaybetmiştir. Bu ürünler, daha uzun ömürlü olmaları için pastörize edilirler. Vitaminler ısıya dayanıksız oldukları için, besin değerlerinin ezici çoğunluğunu pastörizasyon sırasında kaybederler. Bu, süt için de, meyve suları için de, yağlar ya da benzer rafine ve pastörize edilen her türlü gıda için de geçerlidir.

iceceklere katki

Satın aldığınız bir meyve, sirkeli suda 10 dakika bekletilip durulandıktan sonra yenir veya suyu çıkarılarak koyu olması durumunda sulandırılarak içilirse, meyvede bulunan tüm besinler alınabilir. Meyve suyu denildiğinde, sadece bunun anlaşılması gerekir. Market rafına girmiş hiçbir meyveli ürüne, meyve suyu isminin bile verilmemesi gerekir. Çünkü rafta satılan ürünler pek çok kimyasalla kirletilmiş durumda. Kuzanlı’nın belirttiğine göre: “Böcek öldürücü ilaçlar ve sunî gübrelerin desteği ile büyütülüp, fabrikaya gelmiş. Meselâ, bir elmayı ele alalım. İlk olarak kanserojen- klorlu su ile yıkanır. Kabukların rahat soyulabilmesi için, elmanın içine kadar nüfuz eden, sodyum hidroksit içeren banyoya alınır. Yüksek hızda su püskürtülerek, kabukları soyulur. Bir makinede çekirdekleri çıkarılır. Yüksek devirli ve basınçlı makinelerde sıkılır. Bu sırada rengi karardığı için, kararmayı azaltmak için, sülfitleme işlemi yapılır. Sonra 90-190 derecede pastörize edilir ve burada içerdiği vitaminlerin önemli bir kısmı yok edilir.”

Kuzanlı’nın portakal suyunun üretimi hakkında verdiği bilgilerse şöyle: “Portakal suyu, devasa miktarlarda üretilmek için, portakallar bütün olarak sıkılıp, kabuklarıyla tankın içine alınır. Bu da, kabuktaki kimyasal böcek ilaçları kalıntılarının, tanka karışmasına neden olur. Meyve suları pastörize edilmelerine rağmen, ısıya ve basınca dayanıklı mantarlar, meyve suyunda yaşayabilirler. Soyadan ve pektinden (E440) yapılan bir karışım, portakal suyuna pak bir görünüm vermek ve tortunun dibe çökmesini engellemek için kullanılır.”Soya ise tümüyle GDO’lu bir gıdadır.

Hakeza aynı riskler, diğer hazır içecek türleri için de geçerlidir.

Markaya ve türüne göre farklı oranlardaki meyve suyu, su, şeker, tatlandırıcılar, sentetik renklendirici boyalar, jelâtin, etil alkol, kanserojen sodyum nitrit, asidik vs. düzenleyiciler… Bir başka sorun ise içeriğindeki meyve oranı yüzde 100den düşük olan içeceklerin de meyve suyu sanılması. Meyve oranı yüzde 25-99 olanlara meyve nektarı, yüzde 10-24 olanlara meyveli içecek ve yüzde 0-9 olanlara aromalı içecek denilmektedir. İçecek tozu da böyledir. Meyve suyuna en yakın olanı, meyve nektarıdır. Bazı içecekler ise ‘diyet’ içecek olarak niteleniyor. Bu ürünlerde ‘şeker’ ilâve edilmiyor. Yerine ise, her biri şekerden daha tehlikeli ve kanserojen olan tatlandırıcılar ekleniyor.

Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu duruma şöyle isyan ediyor: “Klasik meyve suyunun, Türk Gıda Kodeksine göre meyve oranının, yüzde 100 meyveden oluştuğu söyleniyor. Hatta üzerlerinde ‘saf’, ‘doğadan olduğu gibi’ ya da ‘katkısız’ gibi ibareler var. Biliyorsunuz, yiyecekler doğal ortamda bırakıldıktan bir müddet sonra, fermente olarak ekşiyorlar, fermentasyon (ekşime) bittikten belirli bir süre sonra da küfleniyorlar. Isıl işlemler, meyve sularında bulunan ve fermentasyon işlemini yapan bütün enzimleri ve faydalı bakterileri (probiyotikler) tahrip ediyor. Çünkü bu meyve suları, 95-105°C’de, 30-60 saniye ısıl işlemden geçiyor, ayrıca belli oranlarda basınç da uygulanıyor. Böylece meyve sularının ömrü uzuyor. En az bir yıl, ekşimeden kalabiliyorlar. Bu işlemler, B kompleksi vitaminlerini ve C vitaminini önemli ölçüde tahrip ediyor. Üstelik meyvenin posasını da içermiyor, ki posadaki lifler sağlığımız için çok önemli.

Nesi doğal bunların, ben anlayamadım! Yani ‘yüzde 100 doğal’ dedikleri bu meyve suları, kötüler arasında iyi. Fakat kesinlikle, sizin evde sıktıklarınıza hiç ama hiç benzemez. Her meyveden, ambalajlı yüzde 100 meyve suyu yapılamıyor. Yapılanlar portakal, elma ve üzüm gibi kıvamı koyu olmayan meyveler. Ancak bazı meyve türleri, gıda sanayiinde yüzde 100 meyve suyu olarak üretilmeye ve tüketilmeye uygun değil. Meselâ, kayısı ve şeftali gibi meyvelerin sularının kıvamı koyu. Bu nedenle, belirli bir miktarda su ile seyreltiliyor. Su ile azalan tat, şeker -veya diğer tatlandırıcılar- ilâve edilerek gideriliyor. Vişne ve limon fazla posalı değil ama bunlara, tatları biraz ekşi diye su ve şeker ilâve ediliyor. Tabi bu ilâve edilen şeker, ucuzluğundan dolayı genellikle mısır şurubu oluyor ki, zararlarını defalarca belirttik. İşte, bu ikinci gruba ‘meyve nektarı’ deniliyor. Nektarlara eklenmesine izin verilen şekerin maksimum miktarı ve minimum meyve oranı, yasal olarak Türk Gıda Kodeksinde belirlenmiş. Anlayacağınız katkısız dedikleri meyve suları, pekâlâ katkılı. Katkısız kelimesi, başka hiçbir şey eklenmemiş demektir. Su,fruktoz şurubu, sakkaroz, asitliği düzenleyici sitrik asit, katkı değil mi? İçindekiler kısmında yazılanlar, meyve suyunun içinde bulunuyorsa, nasıl oluyor da katkısız yazılıyor? Isıl işlemler ve basınç uygulamak doğal şeyler mi?

Halk resmen kandırılıyor. Ama her şey mevzuata uygun!”

Buna isyan edenlerden biri de, ABD’nin Gıda ve İlaç Dairesi FDA. CocaCola’yı ‘tüketiciyi kandırmayın’ şeklinde uyaran FDA’nın, CocaCola CEO’su Muhtar Kente gönderdiği ihtar mektubunda; “Diet Coke Plus ürününüz, yanlış etiketlendirilmiştir. Çünkü ürün, besin öğeleri açısından, iddia ettiği muhteviyatı taşımamaktadır” deniyor. Farklı ve iddialı söylemlerle, diyet içeceği gibi sunularak, milyarlarca insanın kilo ve diyabet zaafı kullanılarak satılan bu ürünlerdeki kandırmaca, FDA gibi, küresel firmaların oyuncağı olan bir kurumu bile CocaCola gibi bir gücü uyarmaya itmişse, varın gerisini siz düşünün! Bir meyve suyunun ambalajında ‘yüzde 100’ yazması, onun gerçek bir meyve suyu ya da saf meyve suyu olduğunu göstermez. Gıda Kodeksine göre; yüzde 100 yazan ürünlerin, yüzde 100 saflıkta olması gerekmiyor. Bir meyve suyunun saf meyve suyu olması için, içine şeker ve su da dâhil hiçbir katkı katılmaması gerekir. Ayrıca, hiçbir işlemden de geçirilmemesi gerekir. Meyve suyu sıkıldıktan 8 saat sonra, içindeki besin değerini kaybetmeye başlar. Uzun süre dayanması için, pastörize edilmesi gerekir. Bu da, meyve suyunun içindeki faydalı değerlerin yok olmasına neden olur. Meyve sularının etiketleri, içeriği tam olarak yansıtmadığı gibi, meselâ en basitinden, ne kadar su ilâve edildiğini de belirtmez. Mevzuata göre, yüzde 5’den fazla su ilâve edilse, etikette belirtilmesi gerekir. Yüzde 5 ise yazılmayabilir. Ancak mevcut yapı, bu oranı denetlemeyi aklından bile geçirmez. İsmail Tokalak’m dünyanın en büyük gıda üreticilerinden biri ile ilgili verdiği bilgi gerçekten çarpıcı: “Nestle’nin, Amerika’da ‘yüzde 100 natürel’ diye pazarladığı elma, portakal, üzüm sularının, FDA’nın Aralık 2009’da yaptığı analizler sonucu, yüzde 100 olmadığı anlaşılmıştı. Bunun üzerine Nestle, tüketiciyi aldattığını kabul etmek zorunda kaldı. Bunun dışında bu ürünlerin ambalajında, ‘2 yaş altı çocukların beyin gelişimine yardımcı oluyor’ deniyordu. FDA, bu yalana da itiraz etti. Ancak ceza uygulamak yerine, sadece bir mektup göndermekle yetinildi.’’ Zaten FDA’nın, bu tür küresel firmalara ceza kesmeye gücü de yetmez. Yapabileceği tek şey, mektup yazarak uyarmaktır. Mektup da; artık mızrak kılıfa sığmaz duruma geldiğinde, tüketici tepkisinden çekinildiğinde ve birazcık da bozuk imajın düzeltilmesine yönelik bir girişim zamanı geldiğinde yazılır.

Sizlere tavsiyem, gittiğiniz bir lokantada hazır meyve suları, hazır gazozlar, hazır ayranlar ve kola gibi içecekler yerine, taze sıkılmış meyve suyu istemeniz. Tüketici, talebini bu yöne yönelttiğinde, lokantalar da doğal olarak bu hizmeti sunmaya başlayacaklardır. Talep edilen bir ürün ticarileşecektir ve satıcı da bunu tercih edecektir. Bunun yanı sıra, evde kolay bir şekilde mevsimine göre; portakal, mandalina, havuç, elma, nar, vişne, armut, üzüm gibi çok sayıda meyvenin suyu, ihtiyaç kadar çıkarılıp, hemen tüketilebilir. Bu, özellikle kış aylarında, grip başta olmak üzere bazı hastalıklara karşı dirençli hâle gelmemizi sağlayacaktır.

Gazlı içecekler ve meyve suları da dâhil çok sayıda gıdaya, aromasını artırmak için eklenen ‘MSG’, ‘vetsin’ ya da açık adıyla ‘mono sodyum glutamat’ (E621) bağımlılık yapıcı bir katkı maddesidir. Aynı zamanda bir tuz olan bu ‘glutamat’ bilim çevrelerinde acı, tatlı, tuzlu ve ekşinin yanı sıra ‘5’inci tat’ olarak adlandırılır ve ‘umami’ diye isimlendirilen bir tat ortaya çıkarır.

Gıdalarda, MSG (Mono Sodyum Glutamat) dışında; E620, E622, E623, E624, E625, E626, E627, E628, E629, E630, E631, E632, E633, E634, E6315, E636 gibi çok sayıda aroma artırıcılar da kullanılmaktadır. Glutamat, proteinin ana bileşenidir. Gıdanın türüne göre, yüzde 0,1 ila yüzde 0,8 aralığında, hemen hemen bütün protein içeren gıdalarda tabiî olarak bulunur. Bilimsel araştırmalar sonucunda; besinde tabiî olarak bulunan glutamatın, bağırsaklar için ana enerji kaynağı olduğu ve aynı zamanda beyinde nörotransmiter olarak kullanıldığı ortaya çıkmıştır. Kan-beyin bariyeri (kandaki maddelerin beyin hücrelerine geçmesini kontrol eden bariyer) glutamatın geçmesine izin vermez. Bundan dolayı beyin kendi glutamatım glikoz ve diğer aminoasitlerden kendisi sentezler.

Vücudun ihtiyacı kadar glutamat, hemen her tabiî gıdada yer alır. Daha fazlasına ihtiyacımız olmadığı halde, günümüz endüstrisi, ürünün tadını daha lezzetli göstermek için, çok miktarda MSG ve türevlerini gıdalara eklemektedir. Bu sayede, gıdaların orijinal tadını artırmakta ve onları daha lezzetli hâle getirmektedir. Bu tada alışan tüketiciler ise, sürekli bu tadı aramakta ve o markaya ve ürüne ‘bağımlı’ hâle gelmektedir.

Artık, Türkiye başta olmak üzere çok sayıda ülkede kullanımına izin verilen ya da hiçbir sınırlama getirilmeyen bu tür lezzet artırıcılar, toplum sağlığının önündeki en büyük sorunlardan biridir. Mono sodyum glutamat, ilk olarak 1909’da buğdaydan üretildi. Ancak günümüzde, bakteriyel fermantasyon yolu ile şeker, melas ya da nişasta içeren sıvı bir ortamda üretilmekte. Filtrasyon, saflaştırma, nötralizas-yon, kristalizasyon ve kurutma ile beyaz bir toz haline getirilmekte.

Gereksiz olarak eklenen bu glutamatın; astım, halsizlik, uyuşma, çarpıntı, Alz-heimer, Parkinson, göz hasarları, çocuklarda büyüme hormonunun baskılanması gibi sorunlara neden olduğu belirlendi ise de, çoğu rapora göre MSG güvenilirdir. Oysa İndigo dergisinde çıkan habere göre öyle değil: “Hirosaki Üniversitesinde Hiroşi Ohguro ve ekibi tarafından yapılan deneylerde, farelere çeşitli miktarda mo-nosodyum glutamat verildi. Japon bilim adamları, Glutamat maddesinin retinadaki (ağtabaka) hücrelere saldırdığını ve bu nedenle farelerin, görme yeteneğinin azaldığını tespit ederler. Araştırma ekibinin lideri Hiroşi Ohguro, MSG (E621) maddesinin yoğun olarak kullanıldığı Asya bölgesinde, glukom olarak bilinen göz hastalığının bir çeşidinin çok sık görüldüğünü belirtiyor!’

Ortaya çıkardığı bağımlılığın haricinde, MSG’nin neden olduğu ispatlanan zararlardan bazıları:

• Sinir hücrelerine zarar veriyor.

• Merkezi sinir sistemini tahrip ederek Alzheimer, Parkinson, Huntington ve sara (epilepsi) hastalıklarına neden olabiliyor.

• Göz retina tabakasına hasar verebiliyor.

• Doyma mekanizmasında bozukluğa ve dolayısıyla obeziteye neden olabiliyor.

• Çocuklarda büyüme hormonunun baskılanmasına neden olabiliyor.

• Pankreas hasarı, insülinde artış ve buna bağlı olarak diyabet gelişimine neden olabiliyor.

• Böbrek ve karaciğerde hasara neden olabiliyor.

• Annenin MSG’li gıdalar tüketmesi durumunda, hamiliğinde plasenta bariyerini geçerek, bebeklerde de aynı etkilere neden olabiliyor.

• Baş ağrısı, bulantı, ishal, terleme, göğüs sıkışması, boyun arkasında yanmalara neden olabiliyor.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir