Ispanak ve B Vitaminlerinin Faydaları

Ispanak ve B Vitaminlerinin Faydaları

TEKSAS’TAKİ CRYSTAL KENTİNİN EN ÜNLÜ SİMGESİ DENİZCİ TEMEL REİS HEYKELİDİR. Markası haline gelen ıspanak konservesini sıkar ve Safinaz’ı Kabasakal’ın elinden kurtarmaya hazırlanır. Crystal kenti, dünyanın ıspanak başkentidir. Kent sakinleri bu heykeli, tek başına ıspanak tüketimini patlatan ve ıspanak endüstrisini kurtaran adamın onuruna 1937’de diktiler. Temel Reis, Crystal Kentinde ekonomik rahatlama yaratmaktan çok daha fazlasını yaptı. Kent sakinlerinin sağlıklarını iyileştirmeye de katkısı oldu. Bunun nedeni ıspanağın müthiş bir folik asit kaynağı olmasıdır. Bir B vitamini olan folik asidin sağlığa faydaları gün geçtikçe daha çok ortaya çıkıyor.

Ispanak ve D Vitaminleri

Bizim öykümüz, Crystal kentinin ıspanak tarlalarından çok uzaklarda, Harvard Üniversitesinin boş koridorlarında başlıyor. Dr Kilmer McCully, 1969’da sekiz yaşındayken felç geçirerek ölen bir çocuğun sıradışı vakasına burada dâhil oldu. Çocuğun az rastlanan bir hastalığı vardı ve kanında homosistein olarak bilinen bir maddenin toplanmasından kaynaklanıyordu. Bu, tüm besin proteinlerinde bulunan yaygın bir amino asit olan metioninin normal bir metabolitidir. Sağlıklı bir insanın bedeni homosisteini hızla işlemden geçirir ancak McCully’nin genç hastası gibi homosistinüri hastalığı olanlarda birikme meydana gelir. Hastaya otopsi yapıldı ve ölüm nedeni açık seçik ortaya çıktı. Çocuğun arterleri yaşlı bir adamınki gibiydi! McCully bu hasarın homosistein fazlasından kaynaklanmış olup olamayacağını merak etti. Daha detaylı araştırmak için aynı dertten muzdarip diğer çocukları da incelemesi gerekiyordu.

Dr McCully’nin bir sonuca ulaşması uzun sürmedi. Homosistein seviyesi yüksek olan çocuklarda yaşlı adamlarda görülen arter hasarına rastlanıyordu. Görüşünü kanıtlamak için tavşanlara homosistein enjekte etti ve arter hasarını tetikledi. Devrim niteliğindeki fikrini öne sürmek için bu yeterli bir kanıt ortaya koyuyordu: Homosistein kalp hastalıkları için bir risk faktörüydü. McCully yüksek seviyelerin daha hızlı hasar verdiğini, seviyenin yavaş yavaş artmasının hasarın daha uzun sürede oluşmasına neden olduğunu iddia etti. Bulgularının verdiği heyecanla American Journal of Pathology dergisinde bir makalesini yayınlattı. Ancak ün kazanacağına işinden oldu.

Harvard, McCully’nin kendi bünyesinde çalıştığını inkâr etti, tahminen bunun nedeni kalp hastalıkları ile ilgili genel kabullere aykırı olan teorisiydi. Sağlık kurumu temel nedenin kolesterol olduğunu ilan etmişti ve anlaşılan homosistein teorisine yer yoktu. Ancak yine de Dr McCully’nin hakkının korunması gerekiyordu. En azından bir süreliğine. Buna uygun olarak homosistein teorisinin olası geçerliliğim göstermek için yapılan ilk çalışmalar Harvard Üniversitesi Halk Sağlığı Bölümünde yürütüldü. 1992’de araştırmacılar 14 binin üzerinde erkek doktorda görülen hastalık paterninin bir analizini yaptılar. Kanlarındaki homosistein seviyeleri en yüksek olan yüzde 5’te düşük seviyeler gösteren deneklere oranla üç kat daha fazla kalp krizi geçirme riski ortaya çıktı. Pek çok diğer çalışmada da benzer ilişkiler tespit edildi. Yüksek homosisteinin kalp hastalıkları için çok açık ve bağımsız bir risk faktörü olduğu anlaşıldı.

Bir risk faktörünü bilmek, bununla ilgili bir şey yapılmadığı sürece pek işe yaramaz. Homosisteinde ise yarayabilir. Bununla ilgili biokimya konularını keşfetmek için bir dakikamızı ayıralım. Homosistein, belli başlı enzimlerin metionin üzerindeki faaliyetleri aracılığıyla oluşur. Bir kez oluştu mu iki şeyden biri gerçekleşir. Ya yeniden metionine dönüştürülür ya da güçlü bir an-tioksidan olan glutatyona metabolize edilir. Bu seçeneklerden her ikisi de B vitamininin mevcudiyetini gerektirir. Homosisteini yeniden metionine çevirmek için folik asit ve Bp vitamini gereklidir, glutatyon hattı içinse Bfi vitaminine ihtiyaç duyulur. Büyük olasılıkla olup biteni anlamaya başlıyorsunuzdur. Bu B vitaminlerinin yetersiz seviyelerde olması homosistein dolaşımının artmasına neden olur ve kalp hastalıkları için bir risk faktörü yaratır. Homosistein yükselmesinin kalp hastalıklarına neden olduğunu kanıtlamak için başka çalışmalara ihtiyaç vardır.

Heart Outcomes Project Evaluation (HOPE), homosistein seviyesinin düşürülmesinin kalp krizi ya da felç üzerindeki etkisini belirlemek için tasarlanmıştır. Damar hastalıkları ya da diyabet nedeniyle risk altında olan 5000’den fazla hastaya B vitaminleri ya da plasebo verildi. Beş yılın ardından her gün 2,5 miligram folik asit, 50 miligram B6 vitamini ve 1 miligram Bp alan denekler, plasebo alanlara göre daha iyi durumda değildi. Bu sonuçlar, kandaki homosistein seviyesinde yüzde 25 azalma sağlanmasına rağmen elde edilmiştir. Norveç’te yapılan bir çalışmada erkek ve kadınlara kalp krizinin ardından B vitaminleri verilmesinden sonra da aynı sonuca ulaşılmıştır. Yine homosistein düşmüş ancak ikinci kalp krizini geçirme ya da ani ölüm riski azalmamıştır. Anlaşılan homosistein kalp hastalıklarının habercisi olabiliyor ancak bu hastalıklara neden olmuyor. Yani McCully’nin kalp hastalıkları ile ilgili homosistein teorisinin ayaklan bir zamanlar olduğu kadar sağlam yere basmıyor. Ancak folik asit efsanesiyle ilgili daha anlatacaklarımız var.

25 bin kadın üzerinde yakın zamanda yapılan bir araştırma, en çok folik asit tüketenlerin kolonlarında üçte bir oranında daha az kötü huylu polip oluştuğunu gösterdi. Bu bulgu, folik asit bakımından zengin yiyeceklere yönelmeniz için yeterince ikna edici değilse Alzheimer riskini dahi azalttığını değerlendirmeye alın. Kentucky Üniversitesi araştırmacıları folik asitin Alzheimer ile bağlantısını araştırdı çünkü hamilelik sırasında alınan folik asit takviyelerinin spina bifida gibi nörolojik doğum hasarlarını önlemeye yardımcı olduğuna dair güçlü kanıtlar olduğunun farkındalar. Yaşamın ileri evrelerinde de folik asitin sinir sistemini etkileyip etkilemeyeceğini merak ettiler. Minnesota’da bedenlerini gönüllü olarak bilimsel araştırmalara adayan bir grup rahibe bu sorunun yanıtım almaya yardımcı oldu. Yaşamları boyunca yeterli miktarda folik asit alan rahibelerin Alzheimer’a yakalanma olasılığı çok düşük oldu. Bu bulgu, Tufts Üniversitesi araştırmacıları tarafından da desteklendi. Araştırmacılar sıçanları ıspanakla beslediler ve bunun hafıza kaybını önlemekle kalmayıp geriye çevirdiğini de tespit ettiler. Ancak yine insanlar üzerinde yapılan deneyler söz konusu olduğunda çelişkili sonuçlar elde edildi. Homosistein seviyeleri yüksek, 300’e yakın yaşlı ve sağlıklı insana her gün 1000 mikrogram folik asit içeren takviyenin yanında 500 mikrogram B[2 vitamini, 10 miligram B6 vitamini verildi ve kontrol grubuyla karşılaştırdıklarında araştırmacılar bilişsel performansta hiçbir fark belirleyemedi. Öte yandan Hollanda’daki Wa-geningen Üniversitesinden Jane Durga, homosistein seviyeleri yükselen yaşlı yetişkinlere günde 800 mikrogram folik asit verilmesinin bilişsel fonksiyonları gözle görülür biçimde geliştirdiğini keşfetti.

B vitaminlerinin çok iyi bir güvenlilik profili var ve homosisteini kontrol altında tutmak için gereken dozlar aşırı değil. Her gün aşağı yukarı 400 mikrogram folik asit, 3 mikrogram Bp ve 3 miligram Bfi almak işe yarar. Bunları besinlerden almak da elbette mümkün ancak pek çok insanın bunu yapmadığı bir gerçek. Kuzey Amerika’da ortalama folik asit alımı 200 mikrogram, büyük olasılıkla yeterli miktarın çok çok altında. İşte burada ıspanak devreye giriyor. Muhteşem bir folik asit kaynağı, özellikle de pişirilmeden yenirse. O halde ıspanak salatasından şaşmayın! Üzerine de sos olarak portakal suyunu öneririm. Bir bardak portakal suyu 100 mikrogram folik asit içerir. Salatanın içine biraz taze fasulye ya da haşlanmış barbunya ya da kuşkonmaz koyabilirsiniz, bunlar da zengin folat kaynaklarıdır. Ve tüm bunları aklınızda tutamıyorsanız muhtemelen daha çok folik asit yemeniz gerekiyor demektir.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir