Ashab-ı Kehf in tüketim ölçüsü

Ashab-ı Kehf in tüketim ölçüsü

Her din, kültür ve medeniyetin kendine has bir yaşam modeli vardır. Nasıl ki İslâm’ın kendine has mimarisi, giyimi, kuşamı, kültürü var ise, yeme/içme adabı ve mutfak kültürü de vardır. Hz. Peygamberin (s.a.v.) hem anlatarak hem de yaşayarak inşa ettiği bu model, ilerleyen çağlarda da İslâm’ın hadlerini aşmadan, yöresel kültürlerin İslâm’la uyuşan yönlerini de bünyesine alarak zenginleşmiştir. Bu zenginleşmede küçük istisnaları dikkate almaz isek, İslâm’ın koyduğu sınırlar korunmuş ve sonraki nesiller ile diğer toplumlara da örnek olunarak aktarılmıştır. Hâlbuki günümüzde hayat ve tüketim tarzımız, giderek birbirine çok yaklaşmakta, hatta aynılaşmakta ve tek merkezden yönetilmektedir.

Kişilerin Müslüman olmaları, son derece kolay bir eylemdir. Oysa Mü’min olmak ve Müslüman kalmak, dinin koyduğu tüm hadleri/sınırları aşmamakla mümkündür, yani helâl ve haramlarına riayetle. Nasıl ki bir Müslüman’ın, İslâm’ın faiz emrini muhafaza etmek gibi bir vecibesi varsa, mutfağını korumak gibi bir vecibesi de vardır. Hiçbir Müslüman, çağın gereği veya çaresizlik gibi gerekçelerle önüne geleni tüketemez. Ahmet Kalkanın kitabında belirttiği gibi; “Kamil manada Müslüman olmak ya da Müslüman kalmak için İslâm mutfağından beslenmesi şarttır. Başka bir ifade ile, gayrimüslim bir mutfaktan beslenerek Müslüman kalmak zordur, kendi kendisini aldatmaktır. İslâm mutfağında haram yiyecekler ve haramla elde edilmiş gıdalara yer yoktur.”

yeme içme hükümleri

Hiç kuşku yok ki, Müslüman bir kimsenin mutfağına nelerin girip nelerin giremeyeceğini, Kur an ve sünnet açık bir şekilde belirler. Mezhepler arasındaki kısmi görüş farklılıkları, ilkelerden ziyade teferruattadır. Bunların bir kısmı da aslında İslâmî değil, bilgi eksikliği ve algı sorunundan kaynaklanır. İslâm Kıyamete kadar bâki bir dinse, çağımızın mutfağını belirlememesi ve şekillendirmemesi düşünülemez. Kuran ve sünnet, sadece haram-helâlleri değil, en küçük âdâbına kadar tüm ayrıntıyı ele alır. Kendi hükmünü eksiksiz verir, bir başka kültürden taklit ve iktibasa yer bırakmaz. Müslüman’a, yeme içme hükümleri ile sünnet ve edepleri öğrenip tatbik etmek düşer.

Geçmişte bir insanın, bir gıdadaki maddi kirleri gözleriyle görebileceğini söylemek mümkün olabilirdi. Ancak günümüzde bunu eskisi kadar rahat söyleyemediğimiz gibi, aksine çoğunlukla göremeyeceğini büe söyleyebiliriz. Çünkü maddi kir de, göreceli hâle geldi. Gıdanın tadı ise, dil başta olmak üzere tat organlarınca anlaşılabilir. Geçmişte bu tat insanı yanıltmazdı. Lâkin günümüzde bunu da söyleyemeyiz. Çünkü gıda maddeleri, hem maddi kir hem de lezzet açısından ekleme veya çıkarmalar nedeniyle değiştirilmiştir. İyi insanlar temiz gıda seçme konusunda hassastırlar. Çünkü temiz gıda onların midelerini doyurmakla kalmaz, kalplerine şükür duygusu da ekler. Oysa maddeten veya manen kirli ve sakıncalı bir gıda, mideyi de kalbi de ifsat eder. Yiyip içtiklerini zevk için yapanların hayatları, zevke aittir. Hayatta kalmak için yiyip içen, hayatta kalmayı da fıtrata uygun hareket etmek olarak anlayan insanlar ise, onlardan zevk almakla kalmaz, huzura da ererler. Bunun şükrünün edası için, dünya ve ahiret çabası içinde olurlar. Günümüzde Müslüman kesim, sorgusuz sualsiz her önüne geleni tüketen bir topluma dönüşmüştür.

Kur’an-ı Kerim, Ashab-ı Kehf hikâyesini anlattığı Kehf Suresinde, oldukça ilginç ve çarpıcı bir ayrıntıya yer veriyor. Ashab-ı Kehf, mağaradaki uzun uykularından sonra uyandıklarında, kendi aralarından birini yiyecek alması için şehre gönderirler. Ancak göndermeden önce, gidecek arkadaşlarına, “Bak hangisi daha temizse, o yiyecekten al getir”’37 derler. Ashab-ı Kehf’in hangi şartlarda o mağaraya sığındıklarını bilenler için, burada ifade edilen ‘temiz’ son derece mânidârdır. Ölümle burun buruna oldukları halde, acıktık ‘git ne bulursan al gel’ veya ‘yiyecek bir şeyler bul gel’ demiyorlar. Burada biz Müslümanlara gayet açık bir mesaj verilmektedir. Bir Mü’min hangi şart ve şeraitte olursa olsun, yiyeceği şeyi seçmeli, temiz ve helâl olanını almalıdır. ‘Temiz’ sadece bildiğimiz sözlük manasında maddi temizliği değil, aynı zamanda manevi temizliği de içerir.

Ayette Arapça “…fel yenzur eyyu-hâ ezkâ taâmen fel yetikum bi rızkın min-hu..!’ ifadesi geçer.

Fel yenzur: böylece baksın

Eyyu-hâ: hangisi

Ezkâ (zekâ): daha temiz (temiz/helâl)

Taâmen: yiyecek (gıda)

Fel ye’tikum: böylece getirsin

Bi rızkın: bir rızkı

Min-hu: ondan

‘Zeka ifadesi ‘ismi tafdil’ babında ‘ezkâ’ olarak gelmiş, yani ‘daha iyisi’. ‘Zekât’ sözcüğü de aynı kelimeden türetilmiştir. ‘Zekâ’ sözlükte; artmak, temizlemek, temizlenmek, paklanmak, arınmak olarak anlamlandırılırken ‘ezkâ’ kelimesi ise; daha temiz, çok dürüst olmaktır. Ayet-i kerimede geçtiği şekli ile ‘ezka teâmen ise, çok temiz ve çok iyi yiyecek manasına gelmektedir. Bu eylem, gıdanın daha iyisini elde etmek için gayret sarf etme emrini de içerir. Ashab-ı Kehf’in en zor şarttaki davranışının örneklenmesi, bizi şu sonuca götürmektedir: Bir Müslüman, hangi hâl ve şerâitte olursa olsun, tıpkı Ashab-ı Kehf gibi, yaşadığı veya geçici olarak bulunduğu şehirde veya ülkede, yiyecek ve içeceklerini seçmeye ve ‘maddeten temiz, manen sakıncasız’138 yani şüphe barındırmayan temiz ve helâl olanlarım tercih etmeye mecburdur. Bunun için de gayret sarf etmek zorundadır. Gelişigüzel, her sunulan ve temin edilen şeyi midesine indirme hakkı yoktur. Kur’an-ı Kerim’de helâl gıdalarla ilgili başka hiçbir ayet-i kerime olmasa bile, Ashab-ı Kehf örneği bize yeterlidir. Mü’min bir kimseye, ölümle burun buruna kaldığında bile, haramların yalnızca ölmeyecek kadar kısmının helâlleşmesi, İslâm’ın konuya verdiği önemi gösterir. İnsanların tükettikleri gıdalar dâhil tüm tüketim malzemeleri, o kişi veya toplumun hayat tarzını açıkça ortaya koyar. Herkes kendine yeniden şu soruları sormalıdır.

• Yiyip içtiklerimden de hesaba çekilecek miyim?

• Ben yiyip içtiklerimin hesabını verebilir miyim? Şayet veremezsem beni bekleyen akıbet nedir?

• Yeme, içme konusunda Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ölçülerini biliyor muyum ve bunlara ne kadar riayet ediyorum?

• Rızkımı kazanırken gösterdiğim hassasiyeti, yiyip içtiklerimi satın alırken de gösteriyor muyum?

• Satın aldığım gıda maddelerinin; kim tarafından, hangi koşullarda üretildiği, üretim sırasında içerisine hangi katkı maddelerinin eklendiğini, üretimde hijyen kurallarına riayet edilip edilmediğini inceliyor muyum?

• Bu ürünler küresel güçler tarafından, gayri İnsanî amaçlar için yapısal değişimlere uğratılıyor olabilir mi ve ben bunlardan haberdar mıyım?

• Bu ürün üretilirken insan ve hayvan hakları ihlâl ediliyor mu, çevreye zarar veriliyor mu?

• Bu gıda maddesini tükettiğimde, bende nasıl bir gelişme ve değişim meydana getirir?

• Bu yiyecek ve içeceği tüketmesem zarar görür müyüm veya tükettiğimde bana bir yararı var mı?

• Hz. Peygamber (s.a.v.) bu çağda yaşasaydı ve soframa konuk olsaydı bu ikramı tüketir miydi? Tüketmez ise bana ne buyururdu?

Soruları çoğaltabiliriz, ancak önemli olan soruların çoğaltılmasından ziyade, bizim yeme-içme meselesini önemseyip önemsemediğimizdir. Önemsiyorsak ve soframızda bir sorun, tabağımızda bir deccalî güç varsa, bunu ortadan kaldırmak için bir gayret içinde miyiz? Yoksa aldığı şeyin helâlden mi, haramdan mı olduğuna hiç aldırmayan güruh içinde kaybolup giden zavallılar olmayı sürdürecek miyiz? Herkes kararını vermeli. Çünkü başka çıkar yol yok.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir