Balık Tüketimi ve Kanser

Balık Tüketimi ve Kanser

BALIKTAKİ PCB’LER

BUGÜNLERDE OLDUKÇA YAYGIN BİR SENARYODOR, BİLİM ADAMLARI YAYINLADIKLARI bir makalede bir tüketim malında insan kaynaklı bir kirletici madde bulduklarını yazar ve insanları bu maddeye aşırı maruz kalmamaları gerektiği, çünkü maddenin deney hayvanlarına yüksek dozlarda verildiğinde kansere ya da üreme sorunlarına neden olduğu konusunda uyarırlar. Bu bulgular gazetelerin ön sayfalarından haber olarak girer ve çevreci gruplar çalışmayı büyük bir buluş olarak överken söz konusu endüstrinin sözcüleri risklerin abartıldığı hakkında şikâyetlerini dile getirir. Her iki taraftan da kusursuz sicile sahip bilimadamlan tartışmaya girerler ve bazen de birbirlerini bu işten çıkar sağlamakla suçlarlar. Hükümetin farklı düzenleme kurumlan ne tür tavsiyelerde bulunacaklarına dair anlaşamaz. Halkın kafası tamamen karışır. Benim ofisime de sürülerce e-posta ve telefon gelir.

BALIKTAKİ PCB’LER

Yakın zamanda bu tür korkulardan biri, prestijli bir dergi olan Science ta yayınlanan bir makale tarafından tetiklendi. Araştırmacılar çiftlik somonlarının yabani olanlara oranla PCB’ler, dioksinler, toksafen ve dieldrin gibi organoklor bileşiklerle daha fazla kirlendiğini bildirdi. PCB’ler bir zamanlar elektrik teçhizatında yalıtım sıvısı olarak yaygın bir şekilde kullanıldı. Bazı endüstriyel işlemlerin yan ürünleri olan dioksinler, toksafen ve dieldrin insektisidlerdir. Bu kimyasallar çevrede sürekli mevcuttur ve yağda çözünebilir oldukları için de daha küçük balıklardan yapılan balık eti ve yağıyla beslenen çiftlik balıklantıda birikir. Aynı şekilde kirlenmiş balıkları yediğimizde organ organoklorlar bizim yağ dokularımızda yığılabilir. Bu bileşiklerin sağlık üzerinde bazı kötü etkileri olduğu konusunda herkes hemfikirdir.

Gelin PCB’leri örnek olarak ele alalım ve kanser riskini inceleyelim. PCB’nin hayvanlarda hastalığa neden olduğuyla ilgili şüphe yoktur, karaciğer en çok etki altında kalan organdır. İnsanlarda durum çok açık değildir. Epidemiyolojik çalışmalar, bir endüstriyel ortamda PCB’ye yoğun bir şekilde maruz kalan işçilerin kısmen yükselmiş bir kanser riskiyle karşı karşıya kaldıklarını göstermiştir. Bazı araştırmacılar, yağ dokularındaki PCB konsantrasyonları ile hodgkin dışı lenfoma arasında belirgin bağlantılar da bulmuşlardır. Japonya ve Tayvan’da görülen birkaç vakada kazara pirinç yağı içen ve yüksek dozda PCB’ye maruz kalanlarda karaciğer kanseri riski artmıştır. PCB’leri insanlar için olası kanserojen olarak etiketlemek böylece haklı çıkarılmış olur. Ancak bu, çiftlik olsun olmasın balık yemenin kanser riskini arttırdığı anlamına gelmez. Daha önce defalarca söylediğim gibi besin kaynaklarımız hem doğal hem de sentetik birçok kanserojen madde içerir. Mantardaki hidrazinler, pişmiş etteki heterosiklik aromatik aminler, gübreli topraktaki aflatoksinler ve fırınlanmış yiyeceklerdeki akrilamidin hepsi kanserojendir. Ancak besinlerimiz aynı zamanda çeşitli vitamin ve polifenoller formunda antikanseroj enler de içerir. Yemek yediğimizde yüzlerce farklı kimyasal alırız ve bunların vücudumuzdaki etkileşimlerinin sonucunun tahmin edilmesi neredeyse imkânsızdır. Bu nedenle sorulacak doğru soru balıktaki organoklor maddelerin kansere neden olup olmadığı değil, içinde balık bulunan bir beslenme biçiminin aynı sonucu yaratıp yaratmadığıdır. Artan balık tüketimi ile kanser arasında bir bağlantı olduğunu gösteren herhangi bir çalışmadan benim haberim olmadı. Öte yandan pek çok araştırma bunun tam tersi sonuçlara dikkat çekiyor.

İsveçli araştırmacılar, yağlı balık, özellikle de somon yemenin prostat kanseri riskini üçte bir oranında azaltabileceğini açıkça ortaya koydu. Balık tüketme sıklığı ile kanser arasındaki ilişkiyi araştıran İtalyan ve İspanyol bilimadamları gelişmiş ülkelerde kanser kaynaklı ölüm nedenlerinin başında gelen sindirim yolu kanserlerine, özellikle de kolon kanseri riskine karşı koruyucu olarak tutarlı bir yol izlediğini tespit ettiler. Japonya Aichi’deki Kanser Merkezi Hastanesinde bilimadamları 4000’den fazla sağlıklı insanla 1000 tane akciğer kanserli hastanın beslenme biçimlerini inceledi. Büyük miktarlarda taze balık yiyen erkeklerin de kadınların da akciğer kanserine yakalanma olasılığı düşük çıktı. Batıklardan daha çok sigara içen Japonlar’da akciğer kanserinin düşük oranda görülmesinin nedeni bununla açıklanabilir. 10 yıldan fazla bir süreye yayılan ve Singapur’da yaşayan 60 binden fazla Çinlinin katıldığı geniş kapsamlı bir çalışmada günde en az 40 gram balık yiyen kadınların göğüs kanserine yakalanma risklerinin yüzde 25 düştüğü gözlendi. Bu gözlemler için sağlam teorik gerekçeler vardır. Pros-taglandinler, vücutta bulunan ve hormon benzeri etkiler gösteren kimyasal bir sınıfındandır, bazıları da kanserle bağlantılıdır. Araşidonik asitlerden türerler ve besinlerde sık rasüanan bir omega-6 yağı olan linoleik asitten oluşurlar. Balık yağı, araşidonik asiti sorunlu prostaglandin E2’ye dönüştüren siklooksijenaz-2 enzimini engeller. Bu durumda da balık aliminin kesilmesi içerdiği kirletici maddelere bakılmaksızın aslında kanserin azalması değil artmasıyla sonuçlanır.

Kansere yakalanma olasılığı insanın yüreğine aniden bir korku salmasına rağmen asıl gerçek felç ve kalp hastalıklarının daha çok insanın ölümüne neden olduğudur. Ve balık tüketiminin felç ve kalp krizlerine karşı koruyucu olduğuna dair bir hayli kanıt vardır. Ama niye kanser ve kalp hastalıklarıyla yetinelim ki? Elde edilen son kanıtlar balık tüketiminin diyabet, hatta belki de Alzheimer hastalığına karşı bile koruma sağladığım gösteriyor. Her durumda yararlı kimyasalların omega-3 yağları olduğu düşünülmektedir ve bunun en zengin kaynağı da somondur. Dahası somonun sıklıkla tüketilen diğer balıklara göre daha az cıva içerme olasılığı vardır.

Tüketicilerin kendilerine sormaları gereken soru balıktaki organoklorlarm teorideki riskleri üzerinde mi yoksa balık tüketiminin kanıtlanmış yararları üzerinde mi daha çok duracaklarıdır. Yanıt çok belli olsa da Science dergisindeki somon çalışması hâlâ önemlidir. Balık üreticilerini ürünlerindeki organoklor artıklarını azaltmaları yönünde teşvik edeceği şüphesizdir ve bu da teknik olarak mümkündür. Genetiği değiştirilerek daha fazla omega-3 yağı içermesi sağlanan kanola ve soya yağından yapılan yemler ilgi çekici bir olanaktır. Sırası gelmişken söyleyelim, somon konservesi mutlaka yabani Alaska somonundan yapılır ve bu da organoklor kirliliğine minimum oranda maruz kalmış bir balık türüdür. Balık yağı takviyelerinin çoğu da (genellikle tavsiye edilen doz günde 1000 miligramdır) bu bileşikleri içermez. Ancak ben Science yazarlarının ayda bir kez-den fazla çiftlik somonu yemenin kanser riskini arttırdığı yönündeki iddialarında haldi olmadıklarım düşünüyorum. Yabani somon çok daha pahalı olduğu için çiftlik somonu hakkındaki uyarılar insanların somon tüketimini belirgin oranda azaltmalarında, dolayısıyla hastalık riskinin artmasında etkili oldu. Hamile kadınlar tam korunma için yabani somondan vazgeçmemeli.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir