Hangi eti yemeli?

Hangi eti yemeli?

Hangi eti yemeli?

Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber (s.a.v.) et yerdi. Üstelik İbnu’z-Zübeyr’in (r.a.) rivayet ettiğine göre, “Etin en güzeli -hayvanın- sırt etidir”buyurmuştur. Ancak ne bizim gibi her gün karnını doyurabilmişti ne de bütün ömrünce bizim birkaç yılda tüketebildiğimiz kadar et tüketmişti. Schreiber’in söylediğine göre bugün bir Hintli yılda 5 kg. et tüketirken bir Amerikalı yaklaşık 25 katı olan yılda ortalama 123 kilo et tüketmektedir.Bu Hintliler açısından büyük bir eksiklik gibi gözükse de aslında onlar için büyük bir nimet. Çünkü bir Amerikalıya göre on kat daha sağlıklılar. Peki hiç mi et yememeli? Hz. Ali’nin (r.a.) şöyle dediği zikredilir: “Bir kimse kırk gün et yemeyi bırakırsa ahlâkı kötüleşir” Bir kimsenin haftada birden fazla et yemesinin iyi olmadığı, birçok hastalığa neden olduğu belirtilir. Sürekli olarak et yemenin, çeşitli hastalıklara neden olduğunu da tüm çevreler kabul etmektedirler. Yani, eti çok yemek sorundur. îslâm, burada mutedil olmayı önerir.

hangi et

Hipokrat ise “Karınlarınızı hayvan mezarlığı yapmayın” uyarısında bulunur. Etin yetiştiği yere ve yapısına göre değişen, birçok cinsleri vardır. Buna göre her cinsin hükmü, yapısı, fayda ve zararı farklıdır. İbn-i Sina’ya göre en kötü etler deve, at ve eşek etleridir. Domuz eti, Müslümanlar ve Yahudiler için haram etlerin başında gelir. Günümüzde en çok sağlık sorunu barındıran ve çok sayıda hilenin yapıldığı bir alandır. Öncelikle belirmeliyiz ki hayvanlardan daha çok süt ve et elde etmek için, genetik yapısı değiştirilmektedir. Hayvanlara verilen ilaçlar ve hormonlar et sağlığını bozduğundan, bu etleri tüketen kimseler de sağlık sorunları yaşamaktadır. Dünyada, etlere eklenen en tartışmalı hormonun başında rBGH gelmektedir. Bu hormon, malûm şirket Monsanto’ya aittir, yaklaşık 60 yıldır kullanılmaktadır. Sığırları hasta ettiği tespit edilen ve bu nedenle de Avrupa Birliği, Avustralya ve Kanada’da kullanımı yasaklanan bu hormon, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda ülkede satışına devam edilen ‘Posilac’ adlı sığır büyüme hormonudur. rBGH, en büyük kanser nedenleri arasında gösteriliyor. rBGH hormonu, ineklerin daha fazla süt vermesine neden oluyor ve korkunç derecede meme iltihabına yol açıyor. Bu durum da, sürekli hasta olan ineklerin, veteriner gözetimi altında olmasını gerektiriyor. İnekler başka antibiyotiklerle tedavi edilmeye çalışılıyor. Sonuçta, bu ürünleri tüketen insanlarda kanser riski artıyor.

İnsan merak etmeden duramıyor. Acaba, Türkiye gibi ülkeleri yönetenlerin, kendi insanını kanser yapmakta ne gibi çıkarı olabilir. Elbette, siyasi iradenin başındaki kimseler, bu ayrıntıya vakıf olamayabilirler. Ama onları bilgilendiren danışman veyahut başka adla adlandırılan kimselerin bunu yapması gerekmez mi? Bu kimseler bunları yapmıyorsa, devleti yönetenlerin, emaneti ehline vermedikleri, bu nedenle de gerektiği gibi bilgilenmedikleri anlamına gelmez mi? Üstelik bu ülkenin Tarım Bakanları,- son bakanda da olduğu üzre- genellikle veteriner kimselerden oluşuyorsa, durum bambaşka bir boyut kazanmıyor mu? Peki, bizleri kanserden koruduğu iddia edilen Sağlık Bakanlığının, önce kendisi için bir merhem yapması gerekmez mi?

Bütün bunlara rağmen, insanları et yemekten kimse kolay kolay alıkoyamaz. O halde ne yapmalı? Hangi eti yemeli? Tavuk etlerinin durumunu incelemiştik. Uzun yıllardır, yenilebilecek bir tavuk etine rastlamadığım için yemiyorum. Sofrada illa et olacak diyenlerden olmamak gerekiyor. Haftada bir iki kez et yemek, herkesin hakkı. Ancak, et yiyeceğiz diye zehirlenip, sağlımızdan olamayız. Ayrıca, dinî sorumluluğa da girmemeliyiz. Âlimlerin hemen hepsi, sağlıksız bir gıdayı tüketmenin caiz olmadığı görüşünde. Bu durumda, koruyucu hekimliği devreye almak gerekecek. Devlet bizi kâmil manada korumadığına göre, bu sorumluluk bize düşüyor. Ortada, Hz. Peygamberin (s.a.v.) kurduğu ve İsmet İnönü’nün lağvettiği ‘Hisbe Teşkilatıda olmadığına göre, kendi başımızın çaresine bakmak kişisel sorumluluğumuzdur.

Hemen hemen bütün marketlerde, dana veya kuzu eti görürüz. Kuzu eti pahalı olduğundan, genellikle uzak durulur. 2009 yılında, tüm Türkiye’de sadece 309 et denetimi yapılmış.Bu denetimler ise yüzeysel denetimler. Yaklaşık 81 il ve dokuz yüzden fazla ilçeden oluşan ülkede, şehir başına sadece 3 adet et denetimi yapılmış. Ha 15 milyon insanın yaşadığı şehirde, ha 5 kişinin yaşadığı bir ilçede, ortalama sadece 3 denetim. İşte denetim dedikleri şey bu. Bu durumda, kendi önlemimizi almalıyız. Mısır, soya ve kan gibi malzemelerle beslenmiş, hormon ve ilaçlarla zehirlenmiş hayvanların etleri yerine, köy meralarında başıboş veya çoban gözetiminde, bin bir çeşit otla büyüyen keçiler, oğlaklar, koyunlar veya danaları tercih etmeliyiz.

Şöyle bir düşünün, çok velut bir kimsesiniz. Ama sizi, sürekli lamba yanan ya da hiç aydınlatılmayan bir ağıla kapatmış olsunlar. Ne kadar sağlıklı olabilirsiniz? Ne kadar üretebilirsiniz? Bu ürettikleriniz ne kadar sağlıklı olur? Bugün beslendiğimiz hayvanların yetiştirilme koşulları, hem bizim hem de onların sağlığı açısından endişe vericidir. Michael Pollan’m sığır çiftlikleri üzerinde yaptığı parlak çalışmanın gösterdiği gibi, onlar kesinlikle bizden daha fazla acı çekiyorlar. Gerard Ailaud’un araştırma ekibi şaşırtıcı sonuçlara ulaştı. İnsan bedenindeki omega-6 veya omega-3 düzeyinin, farklı bir şekilde beslenerek değil, bize yiyecek sağlayan hayvanları farklı bir şekilde besleyerek değiştirilebileceğini ortaya koydu. Hayvanlara, bugünkü endüstriyel katkılı yemler yerine, yüzde 5 oranında ‘keten tohumu’pişirilip yedirilirse; et, tereyağı, peynir, süt ve yumurtanın içerdiği omega-3, büyük oranda artırılabilmektedir. Gerard Ailhaud, Pierrere Weill ve Philips Guesnet’ten oluşan ekip, daha fazla doktor, tarım uzmanı, biyolog ve istatistikçiyi içine alarak genişletildi. Ardından, aynı soydan gelen ve aynı koşullarda yetiştirilmiş iki özdeş hayvan grubunu incelemeye aldılar. İlk grup, yemlerine yüzde 5 oranda pişirilmiş keten tohumu eklenerek, basit bir biçimde eski usûl’ beslendi. İkinci grup ise, mısır, soya ve buğdaydan oluşan alışıldık ‘modern tayınla beslendi.

İki ayrı grup gönüllü insandan birinci grup, yemlerine keten tohumu eklenmiş, eski usûl yemler yiyen hayvanların et, süt, peynir ve yumurtaları ile; diğer grup ise modern yemler yiyen hayvanların standart ürünleri ile beslenir. Üç ay sonra, tüm katılımcıların kan testleri yapılır. İkinci grupta Batılı diyetlerle beslenenlerde yapılan tüm araştırmalarda ortaya çıkan çok sağlıksız omega-3/omega-6 oranı görülür. Buna karşılık, keten tohumu içeren ‘eski usûl’ bir diyetle beslenmiş olan ilk grubun kanında, omega-3’ler üç kat fazladır. Söz konusu deney, aşırı kilolu şeker hastalarında da tekrarlandığında, araştırmacılar bir başka sürprizle karşılaşırlar. Aşırılı kilolular, yine aynı miktarda yemeye devam ettikleri hâlde kilo vermişlerdir. Bu bize, hayvanların ihtiyaçlarına ve bedenlerine saygı gösterdiğimizde, kendi bedenimizin de daha iyi ve dengeli hâle geldiğini gösteriyor. Schreiber’in verdiği bilgilere göre: “Bütün ülkelerde, kanser oranı ile; et, soğuk et ve süt ürünlerinin tüketimi arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Et tüketme oranının; sebze, meyve dengesi lehine değiştiği ülkelerde, kanser olayı da o oranda düşmektedir. Kuru fasulye, mercimek ve bezelye tüketiminin yüksek olduğu ülkelerde, meme ve prostat kanseri çok daha azdır.”

Meralarda özgürce yaşayan hayvanın eti, hayvan hapishanesi konumundaki besihanelerde, sadece hayvanları daha hızlı büyütmeye ve daha çok et elde etmeye dönük ürünlerle beslenen hayvanların etleriyle mukayese edilebilir mi? O halde en ideal çözüm, meralarda otlayan, sütten kesilmiş oğlak, keçi, sütten kesilmiş kuzu, koyun, danaların etleri, büyük çiftliklerin etlerine tercih edilmelidir.

Hadis, tefsir ve dini kitaplarda et hakkında şunlar aktarılıyor: “Oğlak etinde, süt özelliği vardır. Bünyeyi yumuşatır, çoğu durumlarda, çoğu insanlara uygundur. Oğlak eti, deve etinden daha yumuşaktır. Bu etten oluşan kan da normaldir. En iyisi siyah ve erkek keçi etidir. Bu et, mideye en hafif gelen, en lezzetli ve en yararlı ettir. Yaşlı keçi eti, sıcaklığı az ve kuru bir ettir. Özellikle yaşlılara iyi gelmez. Dişi keçilerin eti, erkek keçilerin etinden daha yararlıdır. İkinci derecede sıcak ve birinci derecede nemli bir yapıya sahiptir. En güzeli, bir yaşında kuzu etidir. Kaliteli kan yapar, gereği gibi sindirebilene enerji ve güç verir. Yaşlı ve arık koyunun eti iyi olmadığı gibi, dişi koyunların eti de iyi değildir. Burulmuş hayvan eti de, çok faydalı ve çok hoştur. Kızıl ve semiz hayvan eti ise, en hafif ve besin yönünden en kaliteli ettir. Bir yaşından küçük, oğlak etinin besin değeri düşüktür. Etin en üstünü, kemiğe sarılmış olanıdır. Sağ tarafın eti, sol tarafınkinden daha hafif ve daha iyidir. Ön kısmın etleri de, arka kısmın etlerinden daha lezzetli ve daha besleyicidir.

Peygamber Efendimiz, koyunun ön kısmının etlerini daha çok severlerdi. Ferazdak kendisine et satın alan adama şu öğütlerde bulundu: ‘Ön kısımların etini al, baş ve karından uzak dur, zira dert bu ikisindedirBoyun eti hoştur ve lezzetlidir, sindirimi çabuk ve hafiftir. Kolların eti, etlerin en hafifi, en lezzetlisi, en yumuşağı, mikroptan en uzağı ve en çabuk sindirilenidir. Buhârî ve Müslim’in sahihlerinde rivayet edildiğine göre kol eti, Peygamber Efendimizin pek hoşuna giderdi.Sırt etinin besin değeri yüksektir ve kaliteli kan yapar. Sığır eti; soğuk ve kuru bir yapıya sahiptir, sindirimi zor, sindirim organlarında yavaş ilerleyen ve siyah kan oluşturan bir ettir. Erkek sığır eti daha az soğuk, dişi sığır eti ise daha az kurudur. Buzağı eti -özellikle semiz olanı- en dengeli, en hoş, en lezzetli ve en kaliteli besinlerdendir. Buzağı eti sıcak ve nemli bir yapıya sahiptir. Sindirildiği zaman kuvvetli bir besin verir. Esma Bintu Ebubekir (r.a.) anlatıyor: ‘Biz, Rasülullah (s.a.v.) zamanında bir at kestik. O zaman Medine’de idik. Hepimiz onu yedik.’At eti, sıcak ve kuru bir yapıya sahiptir, katı ve siyahtır ve nâzik bünyelere iyi gelmez.”Günümüzde at eti, yemek kültüründe yer almadığından hoş karşılanmaz.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir