DHEA’nın Faydaları

DHEA’nın Faydaları

DHEA’NIN TARTIŞMALI FAYDALARI

“BİR FELAKET YARATABİLİR!” SAĞDUYULU BESLENME KONSEYİNİN ŞUBELERİ aracılığıyla gösterdiği duyarlılığın yansımasıydı bu. 2006’da New England Journal of Medicine’de dehidroepiandrosteron (DHEA) ve yaşlanma üzerine yapılan bir araştırma yayınlandıktan sonra bu tepkiyi verdiler. Konsey, takviye besinler endüstrisinin sponsor olduğu bir lobi grubu ve DHEA, endüstrinin altın çocuğu, yıllık satışlarından milyonlarca dolar elde ediliyor. Reklamcıların DHEA’yı “gençlik pınarı” hormonu olarak allayıp pulladıkları göz önünde bulundurulursa bunda şaşılacak bir şey yok.

DHEA

Bedenimizin bu maddeyi 20’li yaşlarında en üst seviyede ürettiği, bu üretimin yavaş yavaş azaldığı keşfedilince DHEA’ya olan ilgi ilk kez ortaya çıktı. 70’li yaşlarımıza ulaştığımızda bedenimizde gençliğimizdekinin yüzde 5’i oranında DHEA dolaşıyor. Acaba bu düşüşün yavaşlatılmasıyla yaşlanmayı önleyici bir etki yaratmak mümkün mü? Gayet mantıklı bir soru bu elbette. Özellikle de DHEA’mn hem erkeklik hem de dişilik hormonlarının üretiminde yer aldığı ve bu hormonların bedende önemli fonksiyonları yerine getirdiği öğrenildikten sonra. DHEA, böbreküstü bezlerindeki kolesterolden yapılıyor, östrojen ve testosteronun habercisi olarak işlev görüyor. Her ne kadar DHEA’nın kendisi hormon olarak adlandırılsa da bu tanıma tam olarak uymuyor. Hormonlar, bedende, sentezlendikleri yerden uzak bir konumda, bir tür fizyolojik aktiviteyi harekete geçiren kimyasal taşıyıcılardır. DHEA böyle bir özelliğe sahip değil ama bu, yaşlanma sürecine dâhil olmasını engellemiyor. Durumun açıklığa kavuşması için hayvan deneylerine bel bağlandı.

Kemirgenler üzerinde yapılan ilk deneyler ümit vericiydi. Hatta DHE Anın etkileri neredeyse mucizevi görünüyordu. Takviye verilen sıçanlar ve farelerde obezite azaldı, bağışıklık sistemi fonksiyonlarında iyileşme görüldü ve kalp hastalığıyla kanser riski düştü. Ancak bu etkilerin insanlar için geçerli olup olmadığı en başından beri tartışmalıydı çünkü kemirgenlerin bedeni DHE. üretmiyordu. Yani bedenimizde doğal olarak bulunan miktarlara kıyasla ço yüksek dozlar kullanılmıştı. Yine de kemirgenlerden elde edilen veriler, in sanlar üzerinde yapılacak araştırmaları teşvik edecek kadar ilginçti. Californi; Üniversitesinden Dr Elizabeth Barrett-Connor’ın, DHEA seviyeleri yüksel olan erkeklerin kalp hastalıklarından ölme olasılığının düşük olduğunu orta ya çıkarması bir heyecan yarattı. Yine California Üniversitesinden Dr Samue Yen 50 ila 65 yaşlarında sekiz erkek ve sekiz kadın üzerinde gerçekleştirdiği üç aylık plasebo kontrollü deney besin takviyesi üreticilerini sevindirdi. Deneyin sonucunda DHEA grubunun bağışıklık sistemi fonksiyonlarında bazı olumlu değişimler ve “sağlıklı” olma eğilimlerinde artış tespit ettiler.

Bu sonuç, reklam çarkını harekete geçirmek için yeterliydi. Çok geçmeden DHEA takviyeleri raflardaki yerini aldı. Barrett-Connor ve Yen, çalışmanın henüz çok ilkel olduğunu, DHEA hakkında bilinmeyen çok şey olduğu için kullanımını öneremeyeceklerini söyleyerek itiraz etseler de bunun önüne geçemediler. DHEA’nın tanıtımları yapılırken Medical College of Virginia’dan Dr Richard Weindruch’un farelerin yaşam sürelerinin uzamasıyla ilgili yaptığı çalışmalardan alıntılar yapılınca Weindruch da tartışmaya dâhil oldu ve araştırmasının kapsamından çıkarıldığını, üzerinde araştırma yaptığı farelerin asılında daha uzun yaşamadıklarını açıkladı. Aldatıcı reklamların çoğu DHEA’nın sözde kilo kaybına yol açmasına yoğunlaştı. Bu durum, Amerikan Ulusal Gıda ve İlaç Kurumu’nun hoşuna gitmedi çünkü böyle bir iddia DHEA’yı onaylanmamış, yeni bir ilaç haline getiriyordu. Bu maddenin pazardan çekilmesi için uyarılar yapıldı. Ancak 1994’te Besin Destekleri Sağlık ve Eğitim Yasası çıktıktan sonra DHEA, pek çok iddiayla birlikte yeniden ortaya çıktı. Bu yasa, DHEA’nın bir ilaç olarak değil, besin takviyesi olarak sınıflandırılmasına izin veriyordu. Neden? Çünkü DHEA etin içinde mevcuttu ve dolayısıyla bir “besin’di. Kanada, bu konuda daha duyarlı bir yaklaşım benimsedi ve DHEA tartışmalarının beslenmeyle ilgili değil, farmakolojik olduğunu savunarak DHEA’nın satışına izin vermedi. Buna rağmen gençleştirici “süper hormon” reklamlarının baştan çıkardığı pek çok Kanadalı DHEA’yı yurt dışından sipariş ederek satın aldı.

DHEA reklamlarındaki metinler zekice yazılıyor ve araştırmalara göndermeler yapılıyor. Ancak resmin bütünü gösterilmiyor. Araştırmaların kısa süreli olduğuna ve deneylerde ne kadar az insan kullanıldığına ya da bedenin hormon seviyelerini değiştirmenin potansiyel yan etkilerine hiç değiniliniyor. Mayo Clinic araştırmacılarının New England Journal of Medicine’da yayınlanan çalışması, raydan çıkan DHEA tartışmalarına bir son verir belki. İki yıllık, plasebo kontrollü deney, besin takviyesi üzerine yapılan en uzun ve en iyi çalışma. DHEA için öne sürülen her efekti incelemiyor, doğru. Libido inceleme altına alınmadı ve lupus gibi hastalıklar için faydalı olup olmadığı konusu diğer deneylerde çözüme kavuşturulacak.

Önceki deneylerin aksine Mayo Clinic araştırması bir avuç deneği kapsamadı. 87 yaşlı erkekle 57 yaşlı kadın deneye katıldı. Sonuçlar mı? Günde 75 miligram DHEA alınması, beklendiği gibi bu maddenin kandaki miktarını arttırdı ancak hepsi yaşlanmanın kabul edilen belirtileri olan oksijen tüketimi, insülin duyarlılığı, kas gücü ya da beden kompozisyonuna herhangi bir etkisi olmadı. Kemikteki mineral yoğunluğu üzerinde çok az bir etki tespit edildi ancak araştırmacılara göre bu, çok düşük bir miktardaydı ve tutarlı değildi. Bu minimal etki, diğer ilaçların başarısının yanında sönük kaldı.

Besin takviyesi endüstrisinin duymayı umduğu sonuçlar bunlar değildi. Böylece Sağduyulu Beslenme Konseyinin kalemşörleri kolları sıvadı. Bir basın bülteniyle, “Hem kadınlarda hem de erkeklerde yüksek dozda DHEA kullanımının güvenli olduğunu onaylayan ve insanlar üzerinde uygulanan en uzun soluklu deney” şeklinde zafer kazanılmış gibi bir duyuru yapıldı. Aslında verilmek istenen mesaj şuydu: DHEA’yı kullanmaya devam edebilirsiniz çünkü kusursuz bir deney onun güvenli olduğunu kanıtladı! Bu “kusursuz deney”in maddeyi yararsız bulduğu gerçeğine ise değinilmedi bile. Maalesef bu tür kalemşörlükler, bilimsel bir konunun her iki tarafında da çok yaygın bu aralar. Bunların yazıp çizdikleri başınızı döndürmeye yetiyor.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir