Biyokumaşların geleceği

Biyokumaşların geleceği

Suzanne Lee, Modern Meadow’u oluşturan laboratuvarlarda bana rehberlik ediyor. Lee, bu biyoteknoloji şirketine yaratıcı direktör olarak kısa süre önce katılmış. Beyaz laboratuvar önlüğünün altında deri pantolon ve üstünde şimşek işareti olan neopiren gömlek giyiyor. İçinde üç adet böceğin bulunduğu plastik bir bileziği işaret ediyor. “Doğadan iyi tasarımcı yoktur,” diyor. Lee’nin işi hazır giyim.

Suzanne Lee, Modern Meadow

Lee’nin peşinden Brooklyn Ordu Terminalinin flüoresan ışıklarla aydınlatılmış koridorlarında yürüyorum. Modern Meadow bir zamanlar Elvis Presley’nin de görev yaptığı askeri depo olarak kullanılan kompleksin bir köşesini, HIV aşısı geliştiren bir firmayla paylaşıyor. İmunoterapi için gereken steril koşullar Lee’nin işini de kolaylaştırıyor. Lee, 37 dereceye, yani vücut sıcaklığına ayarlanmış, buzdolabı büyüklüğünde bir inkübatörün önünde duruyor. Gri kapının ardında bölünüp kaynaşarak inek derisini andıran yoğun bir materyal meydana getiren büyükbaş hayvan hücrelerinin olduğunu söylüyor. Bir diğer deyişle Lee, petri kabında deri yetiştiriyor.

“Kelebek kanadı kadar hafif ve şeffaf, kauçuk kadar esnek bir deri hayal et,” diyor bana. “Ya da bir bukalemunun derisinin dinamik tepkiselliğine sahip bir materyal.” Doğada böylesi özellikler biyolojik hücrelerin spontane birleşmesiyle meydana geliyor. Modern Meadovv’un bilim insanlarıysa hücre kültürlerini manipüle ederek materyallerin sağlamlığını, dokusunu, ağırlığını ve esnekliğini değiştirebiliyor. Lee bunun kumaşa ve dolayısıyla modaya yepyeni bir yön vereceğini düşünüyor.

Lee, yaratıcı arayışlarının mikrobiyoloji dünyasıyla kesiştiği anı bugün gibi hatırlıyor. Bundan on yıl önce, Londra’daki Central. Saint Martins sanat okulunda araştırmacı olarak çalışırken İskoç biyolog David Hepworth’le tanışma fırsatı yakalamış. O sıralar Lee, bilim ve teknolojinin modayı nasıl etkileyebileceği konusunda kitap yazıyormuş. Bu konuyu açınca Hepworth onu yaşayan materyaller kavramıyla tanıştırmış. Sadece bitkilerin (örneğin pamuk) değil, bakteriler gibi organizmaların da dünyanın en yaygın bulunan lifi olan selülozu üretebildiğim söylemiş.

Lee ile Hepworth bunun üzerine bir moda deneyini birlikte yürütmeye karar vermişler. İşe çayla başlamış, sonra buna şeker ve mikrop (sağlık içeceği kombuçayı fermente eden bakteri ve maya) eklemişler. Mikroplar şekeri yiyor ve selülozu nano ölçekli yoğun bir ağ halinde dokuyor. Jölem-si bir halı gibi dursa da (kombuçay yapılırken oluşan kültür gibi) çoğu kumaştan onlarca kat daha sağlam.

Bu materyali evlerinde (Lee, banyo küvetinde, Hepworth ise garajında) yetiştirmiş. Materyal kurudukça sertleşerek deriyi andıran bir şeye dönüşüyor. Lee bu maddenin bitki esaslı boyaları normal kumaştan daha kolay özümsediğini görmüş. Ayrıca materyali ıslakken bir modelin etrafına sardığında parçalar birleşim yeri kalmayacak şekilde birbiriyle kaynaşıyor.

“Bir sıvı havuzunda elbise yetiştirebilirsiniz,” diyor Lee. “Bir elbisenin canlı olabileceği hiç aklıma gelmezdi. Üstelik yaratılışıyla hiçbir ilgim de yok; kendi kendine büyüyor.”

Lee mikrobiyal selüloz kullanarak bir dizi ceket tasarlamış: Pilot ceketi, kot ceket tarzı bir ceket, motosikletçi ceketi. Tasarımlar alışıldık da olsa, materyalin kendisi başka dünyalardan gelmiş gibi görünüyor ve yarı saydam. “Bakterilerin kumaş üretmesi alışılmadık bir şey,” diyor.

O yüzden de bu kadar tuhaf, olmadığını göstermek için alışıldık şeyler tasarlamış.

Lee moda tasarımları üzerinde çalışa dursun başkaları da biyomateryallerdeki fırsatı görmüş. Örneğin Bolt Threads firması örümcek ipliği üretmek üzere mikroorganizmalar yetiştiriyor. Doğada ender bulunan liflerin benzerini üretmek için moleküler biyolojiden yararlanan birkaç yeni teknoloji firmasından biri. Bolt Thread’in CEO’su Dan Widmaier, “Asıl değişen şey, doğadaki materyallere bakıp bunları biyoteknolojiyle üretebileceğimizi söylememiz” diyor.

Bunun hem kumaş üreticilerine hem de daha önemlisi, çevreye faydası dokunabilir. Mevcut çoğu materyalin ciddi bir eksiği var: Pamuk yetiştiriciliği için çok miktarda böcek ilacı kullanmak gerekiyor. Sentetik kumaşlar (örneğin polyester) ise petrolden üretiliyor. Gıda ve Tarım Örgütü yetkililerine göre her yıl büyükbaş hayvanlardan 1.300 kilometrekare deri elde ediliyor. Bunun için milyonlarca hayvan, milyarlarca litre su ve her gün tonlarca yem gerekiyor. Lee bu yüzden de kendi kumaşı için “Her bakımdan avantajlı,” diyor. “Çok daha az su kullanıyor. Daha az enerji gerektirdiği kesin. Daha az kimyasal, daha az kumaş boyası. İşiniz bittiği zaman bahçeye dökebilirsiniz.”

Lee yeni biyolojik materyallerin geliştirilmesini ve benimsenmesini hızlandırmak için de Biocouture adlı bir tasarım danışmanlık firması kurmuş. Fakat üretimi kendi başına daha büyük ölçeğe getirmesinin, daha fazla esneklik ve suya dayanıklılık gibi özellikleri eklemesinin çok zor olduğunu bildiği için de, şu anda Modern Meadow’un eş kurucusu olan Andras Forgacs’la işbirliğine gitmiş. Modern Meadow, büyükbaş hayvan hücrelerinden et üretmek için rejeneratif tıp araçlarından faydalamyor. Forgacs, Lee’yi 2013’te deri üretimini üstlenmesi için firmaya davet etmiş. Bu, onun mikrobiyal selülozla yaptığı deneylerden farklı da olsa, yine bir bilim insanı ekibiyle çalışma fırsatı olduğundan Lee hemen kabul etmiş.

Lee biyoteknoloji ile moda sektörünün kesişimindeki konumu sayesinde biyokumaşların geleceğinden ümitli. Performansta öne geçmek isteyen sporcuların, yeni malzeme peşinde koşan moda tasarımcılarının bu materyali ilk benimseyenler olacağım düşünüyor. Uzun vadede ise tenimizi ikinci bir ten gibi saran dinamik kıyafetler olacağına inanıyor. “Cildinizdeki ölü hücreleri yiyerek beslenen, kendini temizleyen ve onaran canlı hücre katmanından oluşmuş bir kıyafet düşünün. Hatta vücut sıcaklığınıza bakabilir, üşüdüğünüz zaman hücreler yeniden organize olabilir (tıpkı tüyler ya da kıllar gibi) ve kabararak yalıtım sağlayabilir.” Aralık ayında en az 25 teknoloji şirketi New York’ta yeni biyomateryaller üzerinde çalışan insanlar için düzenlenen ve Lee’nin de yer aldığı Biofabricate zirvesine katıldı. Microsoft’un ofisinde gerçekleşen konferansta yepyeni ürünler (mantardan üretilmiş tuğlalar, bakterilerle yapılan baskılar) ve bir de laboratuvar vardı. Modern Sanat Müzesinin kıdemli küratörü ve Biofabricate’te konuşmacılardan biri olan Paola Antonelli, “Suzanne Lee yenilik ve deney denince akla gelen ilk isim,” diyor. “İnsanlar, üzerlerine bir bilimsel devrimi giyebilir ve bu muazzam potansiyelin kendilerine yakışıp yakışmadığına bakabilir.”

Fakat şu an için öncelikle Lee’nin laboratuvarda gerçek deri üretmesi gerekiyor ve bu bile herkesi ikna edemeyebilir. Biyoteknolojiyi eleştirenlerden olan, laboratuvarda üretilmiş bir de mini ceket yapan sanatçı / doku mühendisi Oron Catts bu materyallerin sürdürülebilirlik sorunlarını çözmektense daha da karmaşık hale getirdiğini iddia ediyor. “Batı teknolojisi kendi tüketimimizin kurbanlarım gizlemede giderek ustalaşıyor,” diyor Catts. “Keşke yanıl-sam.”

Şu an için Modern Meadow hangi aşamada olduğu konusunda ketumluğunu koruyor ve Brooklyn Ordu Terminali’ne yaptığım gezide deriye dair görebildiğim tek diğer kanıt, test tüplerinin içinde yüzen ayakkabı bağı kalınlığındaki şeritler. Fakat Lee, pipetlerle, davlumbazlarla, kaplarla, santrifüjlerle dolu laboratuvara baktığında önündeki işin büyüklüğü onu yıldırmıyor. “Bu devrim yaratabilecek nitelikte,” diyor ve ardından gülüyor. ‘Aman Tanrım, bir moda tasarımcısı dünyayı kurtarmaya çalışıyor.” r




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir