En büyük korkunuz terk edilmek olmasın

En büyük korkunuz terk edilmek olmasın

Güzel bir birlikteliğiniz var ve partnerinizi çok seviyorsunuz. Tam her şey yolunda derken, aniden içinize bir kurt düşüyor. Sevgilinizin sizi terk edeceğinden korkmaya başlıyorsunuz. Peki sizi boğan bu düşüncelerin temelinde ne yattığını biliyor musunuz?

İlişki dinamiklerinde her şey karşımıza çıkabiliyor. Sevmek, sevilmek, ilgi görmek herkes için çok güzel. Hatta bazen karşı tarafı rahatsız ettiği düşünülen kıskançlık, kontrol takıntısı bile “Aslında beni sevdiği için böyle davranıyor” düşüncesiyle gurur okşayıcı olabiliyor. Ama her iki taraf için de mudu, keyifli süren bir üişkinin ortasmda partnerlerden biri durduk yere rahatsızlık duymaya başlayıp terk edileceğini düşünebiliyor. Hal böyle olunca karşı tarafı sık boğaz etmekten tutun da sevgilisini kaybetmemek için canını vermeye varabüen sonuçlar kaçınılmaz oluyor. Oysa insanı boğan bu düşünceler bütününün temelinde bebeklik günlerinden kalma birtakım sorunlar yatıyor. Çözümlenmemiş bu problemler yetişkinlikte ilişkileri derinden etkileyerek bazen yalnızlığa bazen de istikrarsız ilişkiler yaşamaya yol açıyor. İlişkilerin karşısındaki en önemli sorunlardan biri olan terk edilme korkusu ve bunun birlikteliklere yansımasını Çift ve Aile Danışmam Şeniz Doğan ile konuştuk.

İKİLİ İLİŞKİLERİN KARŞI KARŞIYA OLDUĞU EN ÖNEMLİ TEHLİKELER HANGİLERİ?

En önemli sorun olarak; tarafların kendileri ve birbirleriyle ilgili farkındalıklarının eksikliği veya yokluğu söylenebilir.

Bu durum, partnerlerin ilişküerine ve kendüerine karşı dürüst, nazik ve şefkadi olmalarının önünde büyük bir engel yaratarak, aralarındaki sevgi akışını da bozabiliyor. Dürüst, nazik ve kapsayıcı olmayan her ilişkide kişi kendini sevgiden mahrum, güvensiz ve karşılıksız hissediyor. Ki bu durum zaman içinde kısırdöngü halini alabiliyor. Bir süre sonra taraflar kendüerini ve duygusal yatırımlarını yavaş yavaş ilişkiden çekip, başka şeylere veya kişilere aktarmaya başlayabiliyor.

Bu da ilişki içinde yalnızlık çekmeye ve örselenmeye başlamak anlamına geliyor.

İLİŞKİLERİN İÇ YAPISINDAN BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?

İnsanlar, birbirleriyle bazı intrapsişik mekanizmalar aracılığıyla ilişki kuruyor. Örneğin; partnerinde gördüğü ve beğendiği özelliklerle yani özdeşim kurduğu, kendinde de görüp ortaklık hissettikleriyle… Bunlar genellikle ilk çekim oluşana ve ilişki başlayana kadar daha aktif oluyor. Karşı tarafı çok yakın, adeta kendi parçası gibi hissediyor. Bunun tam tersi de partnerinde görüp beğenmediği yani yansıtmalı özdeşleşim denilen durum şeklinde ortaya çıkıyor. Kişinin kendinde olan ancak bastırdığı için fark etmediği ve onu rahatsız eden davranışlar, bir şekilde partnerinde görünür hale geliyor. Bir diğer mekanizma ise kişinin aüesinden getirdiği ilişki paternleri! Ebeveyniyle kurduğu bağlanma örüntüleri, partner ilişkisinde de aynı şekilde aktive oluyor. Eğer kişi bunu fark edebüirse, tüm bu ilişki modeli yeniden tekrarlanarak bir çeşit çözümlenme, iyüeşme çabasma giriyor.

Son sırada da eşinin gerçekte olduğu kişi şeklinde görüldüğü, deneyimlendiği yaşantılar var. Ki işte gerçek ilişki kurma, sevginin tezahürü bu alanın paylaşımı üe oluyor. İlk üç alan daha çok kişinin kendisiyle ilgili. Dolayısıyla sorumluluğu ona ait ama bu tabloda partneri kişiye ayna oluyor ve kendine bakmaya fırsat veriyor. Aynı şekilde eşi de partnerinde kendini görebiliyor. Bu da kişisel özelliklerin iyüeşmesine yardımcı olabiliyor. Ancak gerçek ilişki, koşulsuz sevgi, aşk ya da her ne derseniz deyin bu üç basamağın farkmdalıkla aşüarak, tarafların birbirlerine karşı dürüst, nazik ve şefkatli olabildikleri, birbirilerini gerçekten tanımayı kabul etmeye ve paylaşmaya hazır oldukları yerde gerçekleşebiliyor. Bu deneyimlendiğinde eşler arasmda akan sevginin, bağlılığın, güvenin, sadakatin ve tatminin yoğunluğu ile kalitesi gerçekçi bir seviyeye ulaşıyor.

Bu dört mekanizma iki tarafı birbirine çekip yakınlaştırarak, bağlıyor. Partnerler, geçmişte benzer veya tamamlayıcı hikayelere sahip olduklarım fark ediyor. Adeta kader olarak tanımlanıyor. İçinde bulunulan durum kişiye huzur veriyor. Söz konusu partnerin varlığında duyumsanan derinlik, içindekiyle dışındakinin uyumu, geçmiş ile sanki geleceği birbirine bağladığı görünen kişi eskiden beri hep arzuladıklarını ve gelecekte ne olmayı istiyorsa bunun gerçekleşeceği hissini yaşatıyor.

ÇİFTLERİN HİSSETTİĞİ EN ÖNEMLİ DUYGULARDAN BİRİ DE TERK EDİLME KORKUSU! BU İLİŞKİLERİ NASIL ETKİLİYOR?

Terk edilme korkusu; gerçek, kapsayıcı, akışkan ve besleyici bir ilişkinin önündeki en büyük engellerden biri. Korkuyu yaşayan kişi bunu yönetmek, kontrol sağlamak için ilişki içinde kendi gibi olamıyor. Bu davranışlar sürekli ilişkinin gidişatı için pozisyon alma, manipüle etme ve dolayısıyla bu birlikteliğe aşırı sahip çıkma ile total reddetme arasında bir bağımlılığa dönüşüyor. Neredeyse kendi kişiliği bunun üzerinden tanımlanır ve deneyimlenir hale geliyor. Kişi gerçekte kim olduğunu deneyimleyemiyor. Ne yazık ki gerçek anlamda paylaşıma, hazza, yaratıma ve mutiuluğa yer kalmıyor.

DÖNEMSEL OLARAK KARŞILAŞTIRMAK GEREKİRSE BİRLİKTELİĞİN HANGİ AŞAMASINDA BU KORKU HİSSEDİLİYOR?

Bu aslında kişinin kim olduğu ve hikayesine göre değişiyor. Ancak kendilerini ilişki içinde güvensiz hissedenler genellikle bu süreci partnere karşı gerçekten bir şeyler hissetmeye başladıklarında, ona önem ve değer vermelerine rağmen kaybetme riskinin gündeme gelmesiyle fark ediyor.

TERK EDİLME KORKUSUNUN TEMELİNDE NE YATIYOR? GEÇMİŞ DENEYİMLER, ÇOCUKLUKTAN GELEN TRAVMATİK OLAYLARIN ETKİSİ VAR MI?

Terk edilme endişesi aslında çok arketipsel bir korku ve kökeni esküere, ilk referans deneyimlere kadar uzanıyor. Örneğin bebeklik dönemi… Bebeğin ilk altı aylık dönemde annesi ya da bakımıyla görevli olan kişiyle kurduğu ilk ilişki, ilk bağlanma örüntüsü, özellikle dü öncesi dönemdeki o aşırı hassas psişik dönemde neredeyse her şeyin intrapsişik, sezgisel, ruhsal bir alanda gerçekleştiği ve anne ile bebek arasındaki derin karışık telepatik akışlı sürecin, karşılıklı uyumu veya uyumsuzluğu içinde gelişiyor. Kapsayıcı uyumlu bir anne ya da bakımından sorumlu diğer kişiyle bu süreci geçiren bebek kendini güvende hissederek, benlik değerini “Sevüiyorum, isteniyorum, ihtiyacım olan bana verilecek, bir şey yapmadan da kabul ediliyorum, dünya güvenli bir yer” şeklinde deneyimliyor.

Aksi takdirde ya sürekli bakım verenin ilgisini arayan talepkar, yapışkan ama aynı zamanda öfkeli bir mizaca bürünüyor ya da kendisine bakım verenle yaşamış olduğu umutsuz deneyimler yüzünden ilişkiden, bağ kurmaktan tamamen çekinerek, yalnızlığı yüceltiyor. Bu güvensizlik temelli iki durum da esasında terk edilme korkusunun yarattığı tepkisellikleri ifade ediyor. Anneleriyle güvensiz bağ kuran bebekler, yetişkinliklerinde ya sürekli talep eden, partnere göre şekil alan, onu kaybetmemek için sürekli bir çaba ya da manipülasyon içinde olan bireylere ya da kaybetmek, terk edilmemek için daha en başından hiç ilişki kurmayan soğuk, mesafeli, her şeyi kontrol eden ve kimseye bağlanamayan, sözüm ona “özgür ruhlu” insanlara dönüşüyor. Her iki durumda da gerçek bir bağ, sevgi akışı, ilişkinin yumuşak, saran, doyuran ve huzur verişinden mahrum kalıyorlar.

BAZEN PARTNERİNİN KENDİNDEN AYRILACAĞINI DÜŞÜNEN KİŞİ ONU ADETA SEVGİYE BOĞUYOR, BU DA KARŞI TARAFIN DAHA ÇOK KENDİNİ GERİ ÇEKMESİNE YOL AÇIYOR. SÖZ KONUSU DURUM DEVAM ETTİKÇE BİR KISIRDÖNGÜ YAŞANIYOR.

BUNU KIRMAK MÜMKÜN MÜ?

İlişki terapilerinde de genelde bu konu üzerine çalışılıyor. Çocukluktan getirilen bu yaralar, örüntüler, ilişki dinamikleri ve mekanizmalar karşılıklı görülüp anlaşıldıktan sonra çiftler ilişkinin kapsayıcı, koruyucu ortaklığına dahil ediliyor. Yani iki tarafa da ilişkiyi beraber yaratıp, korudukları bir bebek gibi görüp bakmaya başlaması öğretiliyor. Eşler birbirlerinin bakımından sorumlu oluyor. Dinlemek, ifade etmek, partnerinin ihtiyacını karşılamak, güven vermek ve almak gibi… Buradaki püf noktası şu ki ihtiyacınız olanı alabilmek için karşınızdakinin ihtiyacı olanı ona verme tevazu ve şefkatini duymanız gerekiyor. O zaman sevgi koşulsuz ve doğallıkla akıyor, her iki taraf için de eşsiz olabiliyor.

KARŞISINDAKİ KİŞİYE YA DA KENDİNE GÜVEN DUYMAK, BU DUYGUNUN ORTADAN KALKMASINA YARDIMCI OLUR MU?

Güven, temelde kişinin kendisiyle olan üişkisinin, eski mahrumiyetlerinin, yeni ihtiyaçlarının görülüp karşılanması ile onarılan bir duygu ancak bunu diğer eşin yapmasını talep etmek bu durumun çözümsüz bir hal almasına yol açıyor. Yetişkin olmak, ihtiyaçların nasıl karşılanacağını bilmek anlamına da geliyor. Ki kişi büyük bir kısmını kendi kendine de karşılayabüiyor. Bir kısmının karşılanamayacağı bilinse de bunu kabul edebüiyor. Bir kısmının ise gerçekten kimden alınması gerektiğine sağlıklı karar verebiliyor. Yeniden güven duymak, temelde çocukluktan yetişkinliğe geçmek anlamına geliyor. Dışarıdan ya da ebeveynden gelmesi beklenen bakımın nasıl verileceğini veya kendine gerçek bakım verenlerin kimler olduğunu, kendi gerçek kıymetlilerini ayırt edebümeyi içeriyor.

BU KORKUYU YAŞAYAN BİRİ, SEVGİLİSİNİN ONU TERK ETMEMESİ İÇİN NE KADAR İLERİ GİDEBİLİR?

Ne yazık ki sonuçlar çok trajik noktalara varabiliyor. Bu tablo kendini tüm hayatı boyunca ilişkisiz, bir partnerden mahrum bırakmaktan tutun da partnerin ilgisini, sevgisini almak için canına kast etmeye kadar uzanabiliyor. Daha genel olarak sıralamak gerekirse; sosyal hayatta ve kariyerde büyük kayıp, eleştiri, ayıplanma, utanç ve suçluluk duyguları ile kendine acıma, nefret veya tam tersi üstten bakan, grandiyöz, narsistik örüntü içinde hapis olup, etrafındakilere zulüm eden, güç düşkünü ancak merhametsiz ve total izolasyon içinde ruhsal ıstırap, anlamsızlık ve yok etmeye varan uçları da olabiliyor.

TARAFLARDAN BİRİ BU KORKUYU SONUNA KADAR HİSSEDERKEN, KARŞI TARAFIN ASLINDA BÖYLE BİR DÜŞÜNCESİ YOKSA İÇİNE DÜŞÜLEN GİRDAPTAN KURTULMANIN YOLU NEDİR?

Partnerlerden biri eğer güvenli bağlanmış biriyse, görece daha kolay olmakla beraber her şekilde kendinize dürüst olmak ve sorumluluk almak ilişkinizi kurtarmada önem taşıyor. Yaşamakta olduğu şeyi değiştirme arzusu, sorumluluk alıp, acıya rağmen kararlıkla gidecek adanmışlığı olmayan insanlar ancak geçici çözümler bularak, daima benzer senaryolar içerisinde kalıyor. Eğer partnerler gerçekten birlikte olma arzusundaysa bir uzman yardımıyla çok kısa sürede bu süreci iyileştirici ve geliştirici olacak şekilde atlatabiliyor.

Bana göre, bu tür sorunları birlikte aşmak çiftin ilişkilerini daha güçlü, derin ve özel kılmaya yardımcı oluyor.

“Bireysellik mezarımız oluyor!”

insanların tek gerçek probleminin bağ kurmak olduğunu belirten Çift ve Aile Danışmanı Şeniz Doğan, yaşadığımız tüm ıstırapların kökeninde o biricik, sağlıklı kurulamamış bağ ve sevginin karşılıklı doğallığıyla akamamasının yattığını belirterek, şunları söylüyor “Günümüz insanı, modem hayat adıyla kurduğu sistemin içinde kendi krallığını ama aslında çaresiz yalnızlığını yaratıyor. Kendisini diri diri bunun içine gömüyor. Bireysellik neredeyse kişinin mezan haline geliyor. İlişkisiz yaşamak, ötekinin üzerinde kontrol edici bir etkiye sahip olmak güç sanılıyor ancak bu büyük bir yanılgı! Gerçek güç, içinde yaşadığımız kozmosla etkileşim içinde olmak, almak ve vermek! Yaşam ancak bu ilişkiden türeyebiliyor. Ve asıl olan, bu yaradılış denizindeki kendi biricik yerimizi alıp diğer her şeyle bağ kurarak, ilişkide olarak yaratmak ve dönüşmek. Ancak böyle gerçek insan olmaya yakınlaşabileceğimiz düşünüyorum. Çünkü bundan uzaklaşmış olan dünyamızın şu an geldiği nokta da ne yazık ki ortada…’

Ayşegül Uyanık Örnekal




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir