Şeker türleri

Şeker türleri

Otel, lokanta, kahvehaneler gibi mekânların masalarında, kâğıt ambalajlarda karşılaştığımız minik kâğıt poşetlerin rengi; mavi ise Aspartam, pembe ise sakarin, beyaz ise rafine beyaz, kahverengi ise esmer yahut kahverengi şeker içeriyor demektir. Şeker, vakit kaybedilmeksizin terk edilmesi gereken bir zararlı. O halde hangi tatlandırıcı, ne tür zararlar veriyor? Terk etmeye hangisinden başlamalı?

Şeker türleri

Rafine beyaz şeker

Şeker kamışı ve şeker pancarının endüstriyel ortamlarda, kimyasal katkıların -meselâ şeker beyazlatmak için bone char/hayvan kemiği külü veya sentetik kalsiyum fosfat kullanılır yardımıyla, rafine edilmesi yoluyla elde edilen kristal beyaz taneciklere, ‘rafine beyaz şeker’ denir. ‘Küp/kesme şeker’ ise, bu rafine beyaz toz/kristal şekerin, kimyasal yapıştırıcı ve sıkıştırma sistemleri ile şekillendirilmiş hâlidir. Son yıllarda tüketime sunulan ‘sıvı şeker’ ise, beyaz şekerin ‘aktif karbon’ işlemine tâbi tutularak, şerbet haline dönüştürülmüş şeklidir ve genellikle endüstriyel üretimlerde, süreci hızlandırması için tercih edilir.

Bazı firmalar şekerlerine ‘yüzde 100 doğal’ yazmaktalar. Bu ifade kesinlikle doğru değil. En azından Türkiye piyasasında ‘doğal/tabiî şeker’ ticari olarak satılmamaktadır. ‘Yüzde 100 doğal’ ifadesi, olsa olsa ‘bu ürün pancardan üretilmiştir’ anlamına gelir. Yüzde yüz doğal olabilmesi için; tohum ve gübrenin tabiî olması, tarım kimyasalı kullanılmaması ve genetik hiçbir müdahaleye uğramamış olması gerekir. Ayrıca, şekerin üretim sürecinde de hiçbir katkı maddesi eklenmemiş olması lazımdır. Ancak günümüzde şeker, bu şartların hiçbirini taşımaz. Buna rağmen şeker fabrikalarının sitelerinde, gerçek çarpıtılarak aktarılıyor. Bu vesileyle belirtilmeliyiz ki; ürünlerin ambalaj ve etiketlerine yazılan, ‘yüzde yüz doğal’, ‘organik’, ‘bitkisel’ gibi ifadeler, günümüz endüstrisi için söylenebilecek en dikkat çekici aldatmalardan biridir.

Rafine kahverengi şeker

Şeker kamışı veya şeker pancarından elde edilen rafine toz şekerin beyazlatılmamış halidir. Son zamanlarda, üç beyazdan sakınılmalı çağrısı, kahverengi şekere yönelik bir talep artışı meydana getirmiştir. Bu talep artışı, fırsatçıları harekete geçirmiş, rafine beyaz toz şeker karamel veya kahverengi renk verici kimyasallarla renklendirilerek, birkaç katı fiyata satılır hâle gelmiştir. Bu durum, kahverengi küp şeker için de geçerlidir.

Glikoz (Dekstroz)

Koyu kahverengi renkte ve süzme bal kıvamında olan bu tatlandırıcı, nişastanın kimyasallarla parçalanması yoluyla; mısır, pirinç, buğday, patates, manyok, ararot ve sagu gibi birçok yöresel bitkiden elde edilir. Nişasta bazlı yapay ve insan sağlığı açısından rafine şekerden daha riskli olan bu ürün, çoğunlukla mısırdan elde edilir.

Fruktoz

Tüm meyvelerdeki şekere ‘fruktoz’ denilir. Canlıların ihtiyacı olan şeker, meyve ve sebzeler yenildiği zaman doğal yollarla alınmış olur. Daha fazlasına gerek yoktur. Ancak 1970’lerde üretilmeye başlanan rafine edilmiş yapay fruktoz, mısır bitkisinden -mısır dünyada genetiği en çok oynanan bitkilerden biridir- elde edilmektedir. Dünyada 30 milyon ton mısır fruktoz üretiminde kullanılıyor.174 Glikoza göre daha güçlü bir tatlandırıcı olan fruktoz 2009 yılında Türkiye’de 418 bin ton üretilmiş, 333 bin tonu yurt içinde tüketilmiştir.175 GDO’lu mısırdan kimyasal işlemler yoluyla elde edilen mısır tatlandırıcıları, rafine şekere oranla çok daha hızlı kana karıştığı için, çok daha risklidir. Meyvelerdeki doğal fruktoz ile endüstriyel ürünlere eklenen sunî fruktoz aynı ürün değildir.

Sakkaroz

Çay şekeri olarak da bilinen rafine toz şeker, yarı yarıya fruktoz ve glikoz içerir. Glikoz vücudun tüm hücrelerinde kullanılırken, fruktoz sadece karaciğer için gereklidir. Bunun miktarı günlük 15 gramdır. Ancak bu ihtiyaç tümüyle, alman meyve ve sebze gibi diğer tabiî gıdalardan sağlandığından, dışarıdan ilâve şekere gerek yoktur. Bazı ürünlerde şeker yerine ‘sükroz’ ya da ‘sakkaroz’ ifadelerine rastlarız. Bu aslında ‘beyaz şeker’ demektir.

Hiçbir şeyi kendine ne dert, ne gam ediyor, Nerde sabah olursa orda akşam ediyor, Nice zehirleri bal diye reklâm ediyor, Dolu süsü vererek boyuyor bal kabını.’

Tadını kaçırdılar!

Türkiye’de yılda 17.275 ton pancar üretiliyor. Bu pancarın 15.182 tonu kullanılarak, 2.152 ton şeker elde ediliyor. Devlet sektöre, ton başına 142 Avro olmak üzere, 2,5 milyar Avro destek sağlıyor. Dünyada kişi başına yıllık şeker ve tatlandırıcı tüketim miktarı 75 kg’ı buluyor. Bu da, bir kişinin yılda ortalama vücut ağırlığı kadar şeker tükettiğini gösteriyor. Bir kişi ömrü boyunca ortalama 5-6 ton civarında şeker tüketiyor. Dünyanın yıllık şeker tüketimi ise (6,7 milyar x 75 kg.) 500 milyon tondan fazla. Daha basit bir hesapla, bir kişi günde 10 bardak çay içerse, günlük 20 adet küp şeker kullanmış olur. Bu da bir yılda, 7300 adet, yani 20,2 kg. şekeri sadece çayla birlikte tüketmesi demektir.

Şeker pancarı, en çok su tüketen bitkilerden biridir. Bu nedenle de su kaynaklarının büyük bir kısmını kullanıyor. Bu da, görünen maliyetten çok daha büyük faturaların ortaya çıkmasına neden oluyor. Sektöre sağlanan destek bir yana, şekerin devlet eliyle desteklenmesi yoluyla insan sağlığının bilerek tehlikeye atılması, anayasanın 56’ıncı177 maddesinin açıkça ihlâl edilmesi demektir. Bu da, hem temel hakların ihlâli suçunu, hem de anayasa ihlâli suçunu doğurur. Türkiye’de üretim izni almış şeker fabrikalarının dışında, çok sayıda ‘kesme/küp şeker’ yapım ve paketleme tesisleri var.

Son yıllarda özellikle de, doğu illerinden yeni kekre şeker/küp şeker üretimi için, üretim izin taleplerinde ciddi miktarlarda artış gözleniyor. Denetimi zor olduğu gerekçesi ile bunların çoğuna izin verilmediği biliniyor. Gerekçe denetim zorluğu gibi gözükse de, sorunun başka nedenleri de var. Meselâ, Doğu ve Güneydoğu başta olmak üzere, Ankara da dâhil yurt çapında emniyet ve savcılıklar tarafından alman 255 şeker numunesinden 184’ünde, yani yüzde 72’sinde, Türkiye’de üretimi olmayan şeker kamışı şekerinin olduğu tespit ediliyor. Türk Şeker’in başkanı A. Aksu’ya göre ise, kaçak şeker Ankara dâhil yurdun her yerinde var. Kaçak yollarla ülkeye sokulan şekerde, genetik modifiye (GDO) ve kolera gibi bulaşıcı hastalıklara da rastlanmış.

Damarlarımda dolaşan asil kanda mevcutsun

Soğandan üzüme, sarımsaktan kayısıya, içinde şeker barındırmayan meyve sebze bulmak mümkün değil. Meyveler acı, tatlı, ekşi ve kekre olarak da tasnif edilirler. Tüm meyve ve sebzeler acı, ekşi, kekre de olsalar, yapılarında şeker barındırırlar.

Peki, bu meyve ve sebzeler neden acı veya tatlı oluyorlar? İçerdikleri şekeri nasıl oluştururlar? Ürettikleri şekeri nasıl depoluyorlar? Bu şekerin insan için yarar veya zararı var mıdır?

Bitkisel Hayat kitabına kulak verelim: “Tüm canlılarda olduğu gibi, bitkiler de canlılıklarını sürdürebilmek için enerjiye gereksinim duymaktalar. Topraktaki yeşil bitkilerin, enerji aramak gibi bir sıkıntıları yoktur. Çünkü yegâne besin kaynakları su, hava ve ışıktır. Bitkiler yaptıkları fotosentez sonucunda, kendi ihtiyaçları için gerekli besinleri uygun şartlarda sürekli üretirler.

Ancak, bu besinlerin tümünü tüketmezler. Geriye kalan kısmı, bitkilerdeki çeşitli mekanizmalar ve kalburlu boru adı verilen iletim sistemi ile canlının diğer organ ve bölümlerine taşınırlar. Geriye kalan maddeler, bitkilerde ya doğrudan doğruya şeker halinde veya nişasta, yağ, protein, selüloz, pektin gibi çeşitli sekonder bitkisel ürünler olarak depo edilirler.

Bitkilerde depo edilen ürünler niteliklerine göre; şekerler, nişastalar, yağlar ve azotlu maddeler olmak üzere dörde ayrılırlar. Bitkilerdeki bu şekerlerin çoğu, bir, iki şeker molekülüne sahip olan- ‘sakkaroz’ olarak isimlendirilir.

Ne yazık ki, endüstrileşme sürecinde bu nimetlerin tabiî yapıları, zikrolunan ekleme ve müdahaleler nedeniyle, belki mideleri dolduruyor ama zararlı bir sonuç ortaya çıkarıyor. Bu da, insanın zamandan tasarruf, daha çok kazanma gibi adlandırılabilecek gayri ahlâkî yol ve yöntemlere sapmasıyla, tam da Kur’an-ı Kerimdeki; “Nimeti ve nesli mahvetmeye çalışmayın. Allah fesadı ve bozgunculuğu sevmez”m hükmünün ortaya çıkması anlamına geliyor. Yine Kur’an-ı Kerimdeki, “Onu iyice anladıktan sonra, bile bile tahrif ediyorlar” ayeti, bitkilerin insan ve diğer canlılar için ne denli yararlı olduğunun keşfine rağmen, insanların onları hırsla değiştireceklerine işaret ediyor.

Her biri Allah’ın (c.c.) birer ayeti olan bu nimetlerin, küçük bir dünyalık için değiştirilip, zararlı hâle getirilmesinin yine Kur’an-ı Kerime göre cezasız kalmayacağını ise, “Allah’ın nimetini kim değiştirirse, şüphesiz Allah’ın cezası pek şiddetlidir” ayet-i kerimesinden öğreniyoruz.

 




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir