Gıdalarda Kullanılan Plastiklerin Kansere Etkisi

Gıdalarda Kullanılan Plastiklerin Kansere Etkisi

PLASTİKLERDEN SIZAN MADDELER

ARTAN YEMEKLERİMİZİ STREÇ FİLME SARIYORUZ. SANDVİÇLERİMİZ, MEYVE VE sebzelerimiz için naylon poşet kullanıyoruz. Etlerimiz genellikle naylona sarılı oluyor. İçecekleri plastik şişelerde satın alıyoruz. Sık sık plastik çatal bıçak kullanıyoruz, plastik bardaklardan içiyoruz, plastik tabakları mikrodalgaya koyuyoruz. Sonuç olarak plastiklerden yiyecek ve içeceklerimize sızan düzinelerce maddeyi yutuyoruz: Plastiği kolay bükülebilir hale getiren yumuşatıcı maddeler; küçük molekülleri ya da monomerleri, plastiği plastik yapan uzun zincirlere (poli-merlere) bağlamak için kullanılan sabitleyici ve katalize edici maddeler; artık monomerler ve bazı polimerlerin çürümesiyle ortaya çıkan maddeler. Bunların hepsi bedenimize giriyor. Çok önemli bir şey mi bu? Ürkütücü e-postalar yollayan bazı insanlara göre bu sorunun yanıtı: Evet. Buradaki iddia, dioksin ya da plastiği yumuşatan maddeler gibi kansere neden olan maddelerin plastikten sızdığı ve “yiyeceklerin üzerine kaplanan naylonun yüksek ısıda yiyeceklere zehirli toksin akıttığı” yönünde.

STREÇ FİLM

E-posta, Arkansas’ta yaşayan Claire Nelson adında meraldi bir lise öğrencisinin etkileyici öyküsüyle başlıyor. Nelson, streç filmin içinde dietilheksiladipat (DEHA) denen bir madde olduğunu ve Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’nun bu “kanserojen” maddenin mikrodalgaya girdiğinde yiyeceklere bulaşıp bulaşmadığını hiç incelemediğini öğrenmiş. Uzman bir bilimadamının yardımıyla bir deney yapmış. Streç filmle zeytinyağını pişirmiş ve DEHA’nın yağa FDA standardı olan milyarda 0,05 birimden daha fazla miktarda bulaştığını tespit etmiş. Bunun sonucunda Nelson Amerikan Kimya Cemiyeti tarafından öğrencilere verilen en büyük ödülü almış ve hikâyesi birçok gazeteciyi büyülemiş. Duyarsız, endüstriye hizmet eden, beceriksiz FDA tarafından toplumun sağlığına yönelik bir saldırıyı ortaya çıkaran bir halk kahramanı haline getirmişler onu.

Claire Nelson gerçek biri ve çalışmasıyla gerçekten de ödül kazandı. Ancak bu ödüfona muhtemel bir sorunu sistematik bir araştırmayla çözdüğü için verildi, bir kanser tehdidini ortaya çıkardığı için değil. DEHA’nın yiyeceklere sızmasıyla ilgili araştırmalar yapılana kadar ortaya çıkarılacak bir tehdit bile yoktu. Nelsonın bunu akıl eden ilk kişi olduğu inancı romantikleştirilmiş bir kahramanlık öyküsü. Ortada FDA’nın kabul edilebilir DEHA seviyeleriyle ilgili koyduğu bir Standard var, Nelson ın bulduğu sonuçları karşılaştırdığı standart. Aslında bu sonuçlar çok da şaşırtıcı değildi. DEHA’mn yağa sızıp sızmadığını incelemek için uzun süre yağda bekletilmiş streç filmi ısıtmak gerçekçi bir durum değil. Bu, şehir içinde araba kullanmanın risklerini Formula 1 yarışlarını inceleyerek değerlendirmeye benziyor.

Ne olursa olsun, bu madde anlatıldığı kadar tehlikeli midir? Bu kimyasallar, plastiğin yumuşaması ve bükülebilir hale gelmesi için genellikle katılır. Duş perdeleri, bunun tipik bir örneğidir. Streç filmin “yapışkanlığını” arttırmak için de bu maddeler kullanılır. Bunlardan bazılarının, özellikle de dietilheksilftalat (DEHP) maddesinin östrojene benzer özellikler taşıyabileceği ve teoride belli başlı kanser türleriyle ilişkili olabileceğinden hareketle endişeler artmıştır. Ancak polivinil klorürde (PVC) kullanılan madde olan DEHA bu kategoriye girmez. Hem Avrupa Birliği hem de Amerika’daki Çevre Koruma Ajansı DEHA’yı “kanserojen olma şüphesi taşımayan maddeler” kategorisine almıştır. Bu, Claire Nelson’ın üzerinde çalıştığı maddedir.

Sadece PVC streç filmler DEHA kullanılarak yumuşatılır. Bunlar genellikle gıda ambalaj sektöründe kullanılırken tüketicilerin satın alarak mikrodalga fırınlarında kullandıkları streç filmler bunlar değildir. Örneğin Glad Wrap marka streç film, düşük yoğunluklu polietilenden (LDPE) yapılmıştır ve hiç fta-lat içermez. Aynı şey Saran Wrap markası için de geçerlidir. Saran Wrap marka streç filmler eskiden poliviniliden klorür’den yapılıyordu, mükemmel engelleyici ve yapışkan özelliklere sahipti. Ancak üretici firma 2004’te klorürlü bileşiklerin çevresel ayak izini azaltma amacıyla LDPE’ye geçti. LDPE, o kadar da yapışkan değil ancak yapışma özelliği poliizobütilen ya da birinci derece düşük yoğunluklu polietilen gibi başka polimerlerin dâhil edilmesiyle arttırıldı. Bunların ikisi de kaygı uyandıracak maddeler değil. Saran Wrap marka streç filmler poliviniliden klorürden yapılırken bile yumuşaklığı sağlamak için kullanılan madde asetiltribütil sitrattı. Yani ürünle ilgiÜ hiçbir zaman bir “ftalat sorunu” olmadı. Hangi “zehirli toksin’in (zehirli olmayan toksin var mıdır acaba?) Saran Wrap’ten “yiyeceklere akabileceğim” tahmin etmek güçtür. Herhangi bir streç filmin mikrodalga fırında yiyeceklerle doğrudan temas etmemesinin mantıklı bir nedeni vardır. Yiyecek, özellikle de şeker ya da yağ miktarı yüksekse, çok ısınabilir ve naylonu eritebilir. Erimiş naylonu yemek tehlikeli olmayabilir ama pek lezzetli olduğu da söylenemez.

Plastik kapların içindeki yiyecekleri mikrodalgada ısıtmanın yiyeceğe kanserojen dioksinlerin geçmesine neden olacağı iddiasına ne demeli? Diok-sinler elbette kanserojendir ve onlardan uzak durmak için elimizden geleni yapmalıyız. Ancak plastiğin dioksin açığa çıkarması için iki koşulun sağlanması gerekir: İçinde klor bulunmalı ve yanıp kül olacak kadar ısıtılmalıdır. Tüketicilerin evde kullandıkları kaplar (Tupperware, Gladware, Rubbermaid) polietilen ya da polipropilen’den yapılmıştır ve dioksine sebebiyet vermezler çünkü klor içermezler. Şarküteri reyonundan alıp eve getirdiğimiz ürünlerin kapları da aynı şekilde çoğunlukla polipropilen’den yapılır. Genel bir kural olarak eski margarin kapları da dâhil olmak üzere bu tür kapların mikrodalgaya konmaması gerekir. Bunun nedeni dioksin meselesi değil, bu kapların yumuşayıp eriyebilecek olmasıdır.

Teoride yaygın olarak kullanılan ve dioksin oluşturabilecek tek kap türü po-livinil klorür’den (PVC) yapılmıştır. PVC, temizlik ürünlerinde ve kozmetik ambalajında fazlasıyla kullanılırken mikrodalgaya girebilecek yiyecek kaplarında tercih edilmez. Edilse bile mikrodalganın ısı derecesi plastiği parçalayıp di-oksinin ortaya çıkmasına neden olacak kadar yüksek değildir.

Bütün ürkütücü e-postalara rağmen plastiğin mikrodalgada kullanılmasına ilişkin endişelerin hiçbir bilimsel temeli yoktur. Ancak bu güvenilmez bilginin internet yoluyla nasıl bu kadar kolay yayılıp gereksiz bir huzursuzluk yarattığı hakkında endişe duymak için haklı gerekçeler vardır. Bununla ilgili verilebilecek bir başka mükemmel örnek ise perfluro kimyasallarına karşı duyulan korkudur. Bunlar, bazı ambalajlarda ve Teflon tencerelerde kullanılır. İddialara göre bunlar da kanserojen yayan malzemelerdir.

Tüketiciler patlamış mısır yediklerinde ellerini seve seve yağa bularlar ancak raflarını kapladıkları kâğıdın üzerinde yağ lekesi görmek istemezler. İşte perfluro kimyasallar burada devreye girer. Kaplama malzemelerine katılan bu kimyasallar yağ tutmayan özelliklere sahiptir. Ancak ne yazık ki, tereyağının yerini tutması için patlamış mısıra eklenen yağlı maddenin içine sızma eğilimleri de vardır. Ambalajların kaplanmasında kullanılan bu maddelerin perfluroktanoik asit (PFOA) kaynağı olabileceğine dair bir iddia da vardır. Bu, bütün Kuzey Amerikalılar’ın kanında bulunan bir bileşiktir ve kanserojen olmasından şüphelenilmektedir.

Mikrodalgada yapılan patlamış mısırların yasaklanması için sokak gösterileri düzenlemeye başlamadan önce kanserojenlikle ilgili bazı düşüncelerin bir düzene konması gerekir. Tanımı gereği, kanserojen bir madde insanlarda ve hayvanlarda kanseri tetikleme özelliğine sahiptir. Bugüne kadar 60 madde insanlar için kanserojen olarak sınıflandırılmıştır. Bunların içine asbest, alkol, bazı arsenik bileşikler, benzen, tütün dumanı, duman, östrojen, hardal gazı, radon, ultra-viyole ışınlar, tamoksifen, vinil klorür ve talaş vardır. İnsanlar üzerinde yapılan epidemiyolojik çalışmalar bu maddelere maruz kalmanın kanserle bağlantısını ortaya koymuştur. Buna ek olarak bu kimyasalların hastalığa nasıl neden olduğunu açıklayan akla yatkın moleküler mekanizmalar vardır. Dozaj önemlidir; tek bir sigara içmekle kanser olmazsınız.

insanlar için kanseroj en olduğu kabul edilen maddelerin yanında, yapılan deneylere dayanarak hayvanlarda kanserojen olduğu bilinen çok miktarda madde vardır. Birçok vakada hayvanlara uygulanan dozlar o kadar yüksektir ki bunun insanlar içinde geçerli olup olmadığını tespit etmek güçleşir. Örneğin furfural, plastik üretiminde kullanılan bir bileşiktir ancak tahıllarda, tatlı patateste, hatta elmada bile doğal olarak bulunur. Kanserojen olduğu şüphe götürmez. Vücut ağırlığına göre kilogram başına 200 miligramlık bir doz verilen kemirgenlerde kansere yol açar. Ekmek, tahıldan yapıldığına göre furfural içerir. Bilimsel literatüre başvurulduğunda ekmeğin de kansere neden olduğu tartışılabilir. Can alıcı bir detay atlanırsa kilerde paniğe neden olacaktır. Kemirgenlerde kansere neden olan furfural miktarına erişebilmesi için bir insanın günde kabaca 6 bin somun ekmek tüketmesi gerekir. Hem doğal hem sentetik olan ve hayvanlarda kanserojen olarak etikedenmiş bunun gibi başka birçok madde olduğunu da belirtelim. Kahvenin içindeki kafeik asit, kızarmış patatesteki akrilamid, karabiberdeki safrol, belli başlı tarım ilaçları, PCB’ler, dioksinler ve bazı flüorlu bileşikler bu kategoriye girer. Ancak bu karabiberin ya da kahvenin kansere neden olduğu anlamına gelmez. Tam tersine bunların kansere yol açmadığına dair sağlam kanıtlarımız var. İçinde kanserojen bulunsa da yeterince yüksek dozda değildir.

Şimdi PFOA meselesine geri dönelim. Analitik kimyada elde edilen olağanüstü gelişmeler sayesinde bu kimyasalın birçok insanın kanında aşağı yukarı milyarda 5 birim seviyesinde bulunduğunu biliyoruz. Milyarda bir birim, 32 yılda bir saniye demektir. Ya da New York’tan Londra’ya kadar uzanabilecek uzunluktaki bir tuvalet kağıdı rulosunun tek bir yaprağıdır. Belli ki içimizde çok da fazla PFOA yok. O kadarı bile neden var acaba? Nereden geliyor? Suçlayıcı parmaklar Teflon üreticilerine çevrilmiştir. Bu plastiğin üretimi için uygulanan “emülsiyon polimerizasyonu” işlemi, yağlı maddelerin suyla karıştırılmasını gerektirir. Bu, surfaktan denen kimyasalların işidir ve PFOA bu görev için çok uygundur. Surfaktan, son üründe mevcut değildir, dolayısıyla Teflon tencere ve tavalar surfaktanın açığa çıkmasına neden olmazlar, en azından normal pişirme ısısında. 3500 derecenin üzerindeki ısılarda Teflon çürürse PFOA izine rastlanabilir ancak bu bile doğada karşımıza çıkan PFOA kadar değildir.

Doğruyu söylemek gerekirse en büyük Teflon üreticilerinden biri olan Du-Pont, yakın zamanlara kadar ürünlerinin PFOA içermesi konusunda çok titiz davranmadı. Parkersburg, Batı Virginia’daki tesisleri civarındaki su kaynaklarını kirletti. Bu durum, bölgede yaşayanlar arasında kanser vakalarının arttığına dair suçlamalara ve şirket hakkında 300 milyon dolardan fazla toplu dava açılmasına neden oldu. DuPont yetkilileri suçlamaların hiçbirini kabul etmedi ve kanser araştırmalarının PFOA dışındaki diğer olası nedenlere bakmadığını belirtti. Yakın zamanda şirket, Çevre Koruma Ajansı tarafından yürüttüğü toksikolojik çalışmaları rapor etmediği için 10,25 milyon dolarlık bir cezaya çarptırıldı. Bu çalışmalardan biri Teflon üretilen tesiste çalışan bir kadının doğurduğu bebeğin göbek kordonundan alınan kanda PFOA bulunduğunu ortaya koyuyordu. Ceza, tehlike yarattıkları için değil, verileri rapor etmedikleri için kesilmişti.

Tesisin yaydığı PFOA, bu kimyasalın geniş bir alana dağılmasını açıklamaz. Yine de Çevre Koruma Ajansı 2010 yılı itibarıyla üreticilerden PFOA emisyonlarım yüzde 95 azaltmalarını, 2015’te de tamamen kaldırmalarını istedi. DuPont, bu hedefe önerilen süreden daha önce ulaşılacağım açıkladı. Her halükarda Teflon üretiminden PFOA’yı çıkarmak, kanda ortaya çıkan kimyasal sorununu çözmeyecek çünkü temel kaynak bu değil. Toronto Üniversitesi kimyagerlerinden Scott Mabury tarafından etkili bir şekilde ortaya konan daha olası bir senaryo, gıda ambalajlarında, kaplamalarda, boyalarda, yangın söndürücü köpüklerde, mürekkeplerde, yapışkanlarda ve balmumunda yaygın olarak kullanılan kısa zincirli fluorokimyasalların ya da fluorotelomerlerin doğada ya da insan bedeninde parçalanıp PFOA açığa çıkarmasıdır. Kimyagerler bu maddeler için alternatif bulmak zorunda kalacak.

Çevreye salınan PFOA miktarını azaltmazsak ne olabilir? Bu iz bırakan bir kimyasaldır, orası kesin. John Hopkins Üniversitesi araştırmacıları üniversite hastanesinde doğan her bebeğin göbek bağında PFOA olduğunu tespit etti. Ancak bu herhangi bir zarara yol açıyor mu? Şimdiye kadar bu yönde elde çok az kanıt var. Halkın normal olarak maruz kaldığının kat kat daha fazlasına maruz kalan DuPont işçilerinde kanser oranlarında bir artış görülmedi ama kolesterol seviyelerinin yükseldiği öne sürülüyor. PFOA’nın olası bir kanserojen madde olduğuna dair Çevre Koruma Ajansının kendi risk değerlendirmesi bile çok zayıf verilere dayanıyor. Fareler üzerinde yapılan deneyler de şüpheli, sunulan rapor açıkça, “farelerde tümör oluşumuna neden olabilecek PFOA’nın etkisini gösterme biçiminin insanlarda oluşmasının mümkün görünmediğini” ifade ediyor.

“Teflon Kimyasalı Kanser Yapıyor” ya da “Teflon Tavalar Tehlike Saçıyor” gibi manşetler gerçeklerin sansasyonel bir biçimde çarpıtıldığını gösteriyor. Kanda milyarda 5 birim PFOA bulunmasının bir zararının olduğuna dair herhangi bir kanıt yok. Bugüne kadar bildiklerimize dayanarak mikrodalga mısırlarının ambalajlarındaki fluorotelomardan değil ama içindeki doymuş yağlarla ilgili endişelenmemiz için daha çok neden var. Ayrıca istediğiniz zaman eski usulle mısır patlatabilirsiniz. Bir tava alın, biraz yağı kızdırın ve mısırları koyun. Mısırların yanıp kanserojen madde üretmesini istemiyorsanız Teflon tava kullanın!




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir