Sağlıklı beslenme reçetesi haline dönüşebilecek öneriler

Sağlıklı beslenme reçetesi haline dönüşebilecek öneriler

ÇOK iyi bilinen gerçektir; İtalya’nın ‘Sardunya Adası’ ile Japonya’nın ‘Okinawa Adası’nda insanlar çok uzun yaşıyorlar. Dünyanın kendine özel bölgelerinde de oldukça ilginç örnekler var. Buralar uluslararası literatürde ‘Longevity Areas’ (uzun yaşam bölgeleri) olarak anılıyorlar.

Dünyanın bazı yerlerinde de yine aynı durum söz konusu. Bu bölgelerde insanlar 90 yaşından sonra herkes gibi çalışıyor, egzersiz yapıyor, olağanüstü dingin ve huzurlu oluyorlar. Biraz araştırınca görülüyor ki, işin sırrı kalıtımdan çok, ne yendiği, ne içildiğiyle de ilgili. Toplulukların kendi yörelerine özgü özel beslenme biçimleri ve doğru hareketler yaşamı uzatıyor.

İşin bir başka ayrıntısı şurada: Ne yendiği, hatta nasıl yendiği önemli. Bunlar zamanla kümülatif (biriken) bir seri etki yaratarak insan yaşamında yıllar sonrasına yatırım anlamına geliyor. Çoğunun yararları yaşlandıkça ortaya çıkıyor. Yukarıda belirttiğimiz üzere, yapılan son araştırmalarda genetik faktörler kadar yaşama ve beslenme biçiminin de etkili olduğu görülmüş. Ve dahası yediklerimizin birbiriyle olan ilinti ve ilişkileri…

KARIŞIM MİKTARLARI ÇOK ÖNEMLİ

Hangi besin hangi besinle karıştığında daha aktif hale geliyor? Ya da bunun tam tersi; hangi besin hangi besinle birleştiğinde kendisinden beklenen yararı yitiriyor, hatta zararlı oluyor? Her olumlu şey bizim hiçbir zaman fark etmediğimiz, ancak birbirini destekleyen besinlerin adeta sihirli bileşiminde gizliler. Çoğu alışkanlıklarla ve tat duyumsamasıyla ortaya çıkıyor, birer sağlık iksiri haline dönüşüyor.

Bileşimlerin birbirini etkileme süreçleri kuşaktan kuşağa aktarılarak geleneksel reçeteler haline dönüşüyor. Önemli olan GDO’suz (genetiği değişmemiş / değiştirilmemiş besinlerle) beslenmek ve kimyasal katkılı olanlara asla yaklaşmamak; organik olanları özellikle tercih etmek…

Aşağıdaki çeşitler konumuzun tipik bölümlerinden birini oluşturuyor. Bunlar sadece birkaç klasik bileşimden ibaret. (Siz bunları belirli kriterlere uyarak epeyce genişletebilirsiniz.) Ancak biz domates ve biber soslarını tipik bir örnek olarak irdeleyip konuyu biraz daha açmak arzusundayız.

DOMATES VE BİBER SOSLARI ÖNEM KAZANIYOR

Domates ve biber sosları konserve kutularında, cam kavanoz ve şişelerde bolca satılan bir besin. Domatesteki ‘lycopene’ (likopen) maddesi domatesler usulüne uygun çok düşük ısıda pişirilince insan sağlığı için çok önemli bir antioksidan madde haline geliyor.

Hatta bazı sağlık temelli gıda firmaları domates soslarını güneşte kurutulmuş domateslerden yaptıklarını gururla söyleyerek öne geçiyorlar. Çünkü bu teknikte iutein’, ‘lycopene’ (likopen) gibi önemli antioksidanlar, diğer vitamin ve mineraller en yüksek düzeyde konsantre hale geliyorlar. Domatesin yanısıra, bu özelliği bazı biber türleri için söylemek de mümkün.

Domates ve biber soslarının içine konan toz haline getirilmiş kereviz sapı, havuç ekstreleri, maydanoz, biberiye ve fesleğenler ise nihai ürünü neredeyse ideal karışımlı bir iksir haline getiriyor. Özellikle son araştırmalarda fesleğen ve biberiye bitkilerinin bileşimiyle oluşan formüllerin ‘anti-aging özelliği’ ısrarla ve sıkça belirtiliyor.

Nitekim, bunların Amerika’daki sağlık mağazalarında da ilan edilmiş olması çok ilginç. Biberiye bitkisinden elde edilen özütler bu tip karışımları daha işlevsel hale getiriyor. Gelişmiş ülkelerde biberiye ve fesleğen bitkisinden elde edilen ‘anti-aging faktörler’ izole edilerek bugün epey yüksek fiyatlarda takviye katkı ürünü olarak satılıyor.

Bu doğal katkılarla beraber kullanılan domatesin, biberin ve diğer sebzelerin sağaltıcı etkileri ise sinerjik olarak fazlalaşıyor, îşte bu nedenle ilginç gerçeğin sırrını kavramış îtalyanlar ve bilhassa Sardunyalılar hemen her gün sabah-akşam mutlaka fesleğen ile diğer karışımları tüketiyorlar.

PARMESAN’IN OLAĞANÜSTÜ ETKİLERİ

Son araştırmalar basit gibi görünen şu geçeği de ortaya koyuyor: Bazı sebzelerin başka sebze ve baharatlarla belli ve denenmiş oranlarda karıştırılmasıyla oluşan ‘sinerjik etki’ işin otoriteleri tarafından şu sıralar sır gibi saklanıyor ve hatta patente bağlanıyor.

Dahası da var: Dünyadaki kimi sağlık otoriteleri bazı cins domates ve biber soslarını gerçek ‘Parmesan’ (Parmigiano) peyniri ile tüketmenin klasik takviye haplarından daha etkin işleve sahip olduğunu; ancak karışım oranlarının çok önemli olduğunu söylüyorlar.

‘Parmesan’ ya da İtalyanca tescilli tanımıyla ‘Parmigiano Reggiano Peyniri’ lezzeti bir tarafa; bu işin otoritelerine göre sağlık problemi olmayan tüketiciler için de gerçek bir yaşam kaynağı. Hatta benzer işleve sahip ‘Pecorino Romano’, ‘Asiago’ gibi diğer İtalyan peynir çeşitleri çok uzun yaşayan Sardunyalılar gibi kimi Akdeniz halklarının da beslenme alışkanlıkları arasında.

Bizim gerçek kaşar peynirlerimiz ise (mutlaka gereğince ve usulüne göre yaşlandırılmaları halinde) önemli ölçüde benzer işlevlere sahip, örneğin eskiden çokça tüketilen Trakya orijinli usta işi yaşlandırılmış kaşarlar bunun en tipik örneklerinden biri.

YAŞLANDIRILMIŞ PEYNİRLER

Tüm bu ifadelerden sonra hemen şu akla gelebilir; yalnız ülkemizde değil, neredeyse tüm dünya halklarında son günlerde iyice belirginleşen ve genel sağlığı . bozup kalp-damar sorunlarını tetikleyen ‘yüksek kolesterol’ belası varken bu tür peynirler nasıl olur da sağlıklı gıdalar arasına girebilir?

En dikkat çeken özellikleri sadece ‘fermente olmaları’ değil; içeriklerinde uzun süreli fermantasyonla ortaya çıkan oldukça yüksek ‘Tryptophan’ (triptofan) ve ‘Sipermidin’ maddelerini içermeleri.

Bunlardan özellikle ‘Triptofan’ vücut için son derece önemli bir ‘nörotransmitter’ (hücreler arası iletişim sağlayan bir madde) diğeri ise çok etkili gençleştirici ‘antiaging’ bir ajan.

Tüm bunlara değinirken yine bir sağlık iksiri olan olgunlaştırılmış geleneksel ‘turşu’dan ve inanılmaz özelliklerini yeterince bilmediğimiz ‘şalgam’dan bahsetmemek asla olmaz.

Bunları da bir başka yazımda etraflıca ele alacağım. Ve unutmayalım ki, dünyayı kasıp kavuran şu pandemi ortamında bunlara her zaman ihtiyacımız olacak.

Bu vesileyle herkese sağlık, mutluluk ve ağız tadı diliyorum.

NUR DEMÎROK




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir