Beynimizin hareket gücü

Beynimizin hareket gücü

Beynimizin hareket gücü

İnsana yön veren beynimizin hareket yeteneğidir. Beynimizin hareket becerisi, yani düşünüp gerçekleştirme konusundaki karar aşaması geçirilmiş bir süreç sonucu kazanılmış bir alışkanlıktan ziyade, otonom olan bir davranış biçimidir.

Beynimizin hareket gücü

İnsanda dilince değişir kader, ya yurda baş olur, ya başı gider.

Kutadgu Bilig

Beynin hareket kabiliyeti konusunda alışkanlıkları ya da yapacaklarının bir ön hazırlığı kazanılmış bir yönlendiricilik sayesinde gerçekleşmekte ise de beynin kendisini yönlendiren, edinilmiş pek hoş olmayan alışkanlıkların karaktere dönüşmesi nedeniyle, beceri gücünü iyi kullanamadığı artık çok net biliniyor. Beynin zekâ düzeyini etkileyen, beceri kabiliyetini verimli kullanmasını engelleyen birçok şey olmasıyla birlikte, en önde olan üç şey var ki, beynin taşıdığı gücü pozitif kullanma becerisi kadar, negatif kullanma becerisi kazanmasına da neden olmaktadır. Beynimizi negatif yönde etkileyen üç şey şunlardır:

1. Hırs (Tutku, Aşırı İstek)

2. Kibir (Megalomanlık, Üstün Görme)

3. Hasetlik (Kıskançlık, Çekemezlik)

Bu duyguları içinde barındıran insan beyni, yaşam süresince bu duygularla boğuşurken, dışarıdan gelen travmalara karşı yapması gerekenleri değerlendirir, şekil verir; ancak en çok etkilendiği ve çözümsel düşüncesini olumsuz etkileyen yukarıdaki üç duygunun yarattığı fırtınaların etkisiyle doğru karar vermekte zorlanır.

Hırs, kibir ve hasetlik gibi beynin normal faaliyetlerini etkileyen duyguların bizleri yanlış yönlendirdiği, yanlış kararlar verdiği, adil olmayan davranışlar sergilediğimizi ve kendimizi bir şey sandığımız megaloman düşünceye yenilip önyargılar ediniriz, sonuç olarak objektiviteden uzak bir yaşam sürdürmek zorunda kalırız.

Yaptıklarımızın başında hep başkalarının yerinde olmak vardır. Zaman zaman başka hayatlar hayal eder, başka hayatlara özlem duyarız ve kıskanırız, o hayallerimizin süslediği sorunsuz sandığımız yaşamları. Yanı başımızdaki değerleri görmemek, değerlerimizin varlığını hissetmemekten başka bir şey olmadığı gibi, hissettiklerimizi sorgulamak hiç aklımıza gelmez. Aslında sorduğumuz bir şeyler vardır; ancak bu sorular öyle olsaydı, böyle olsaydı yaşam daha kolay olurdu gibi anlık, geçici -palyatif- tedbirler içeren sorulardır.

Buradan şu çıkıyor; demek ki önce soru sormasını öğrenmeliyiz, çünkü soru ne istediğini bilmektir, nasıl elde edebilmeyi öğrenmek isteğidir. Eksik yanımız galiba bu.

Başarıya ulaşıp sıçrama yapan bireyler, aynı zamanda değişimin ustaları olacaklardır.

R. Kanter

Hayatımda mücadele verdiğim çok şey oldu ve bir senfoni gibi mücadele ruhu hiç bitmedi. Hırs, kibir ve hasetlik duygularımla yaptığım mücadele her zaman ön plana çıktı. İsteklerim ve yaptığım özdeşleşmeler beni çok düşündürüyor ve mutlaka doğru kararlar almak isteğim karşısında zaman zaman zor anlar yaşıyordum. Hiç bitmeyen; peki nasıl olmalı, nasıl yapmalıyım konusunda sorular sorular ve bu üçlü duygunun beni yanlış yönlendirmesiyle hissettiğim kendime yenilmelerime bir son verme isteğim. Sonunda yaptım da, o üçlü duygulardan ufak tefek bir şeyler kaldıysa da, o da hayatın rengi diye düşünüp, mukayese etmek, doğruyu bulmak adına karşılıklı değerlendirmeler yapmak için gerekli olduğuna karar verdim. Bu kadar olsun diye içimde sadece bir bilirkişi olarak kalmalarını kabul ettim.

Bu aşama çok mu önemlidir diye sorarsanız, evet çok önemlidir. Balın içeriğinde mikrop barındırmaması kadar saf olabilmek elbette ki zordur, olsa da robotluk olurdu. Bunu düşünmek bile pek hoş değil, duyguları hissetmek ve yaşamak varken. Önemli olan gelişim aşamasında o üçlü duygu fırtınasıyla boğuşurken, farkında olmadan kazandıklarındır. Ne çok şey kazandım aslında, kazanmam gerekenlerdi kazandıklarım ve beni ben yapan bu kazandıklarımın gücü oldu. “Ben” olduğumun farkına vardım. Nasıl olmam gerektiğini öğrendim. Zihnimdeki nedenlere bulduğum yanıtların keyfi, yaşama daha pozitif bakmamı sağladı, bana göre en önemlisi insanlara önyargısız bakmamdı ve daha ilerisi insanları sevmemdi. Ne güzel yaratıklarmışız meğer diye içten içten sevindiğimi hatırlıyorum.

Kanuni Sultan Süleyman kendi özeleştirisini yapan nadir ve en büyük padişahlardan biridir. Kazandığı zaferler ardından sarayına döndüğünde, ellerini açıp dua ederken “Ya Rab sen beni kibirlik duygusundan koru” diye dua edermiş ve Kanuni Sultan Süleyman adil davranmak, doğru karar vermek, haksızlık yapmamak için sanat ruhunu hissetmesi gerektiğini belki farkında olmadan düşünerek, şu anda bile örnek olacak kuyumculuk becerisiyle uğraşmış, sanat duygularını pekiştirmiştir.

Konuyu ilk okuduğum zaman bunun ne demek olduğunu düşündüğüm anlar, yirmili yaşlarda olduğum yıllardı, okuduklarım belki de bana yeterince doğru gelmemiş, gerçeğin yanıltıldığı kuşkularıyla ne olduğunu anlayamamıştım, abartılı bir şey gibi düşünmüştüm. Bir padişah böyle bir şeyle ilgilenir miydi? Oysa öyle değilmiş, zaman öğretti buradaki püf noktayı.

Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptığı bir sanat anlayışının insana kazandırdığı özgüven, sağlıklı düşünce, adaletin ve doğruluğun gerekliliği kadar, güzelliklerini hissetmek, kendini yenmek, duygularını doğru yönlendirmek ve yaşama padişahlık olsa dahi bir insan gibi bakmak gerektiğinin büyüklüğünü hissetmekti.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir