Duygusal bağışıklık nedir, neden düşer, nasıl güçlenir?

Duygusal bağışıklık nedir, neden düşer, nasıl güçlenir?

Duygusal bağışıklık sistemini güçlendirme yolları.

UZMANLARA göre fiziksel bağışıklık sistemimiz ile duygusal bağışıklık sistemimiz birlikte çalışıyor. însanın ruhsal ve bedensel açıdan dengede olması, bu iki sistemin dengeli işbirliğiyle mümkün olabiliyor. Bazı insanlar sağlıklarını kaybetseler, hayatlarında birçok kötü olay yaşasalar bile, kendilerini iyi hissetmeye devam edebiliyor. Bazıları ise tamamen sağlıklı olmalarına ve gerçekçi bir problemleri olmamasına rağmen, kendilerini kötü hissedebiliyor. îşte, bu farkı belirleyen, duygusal bağışıklık sistemi… Duygusal bağışıklık sistemimiz, yaşamda başımıza gelen olumsuzluklar karşısında ne kadar dayanıklı olduğumuzu belirliyor.

KAHKAHANIN GÜCÜ

Mucizevi iyileşme hikayelerinde bile güçlü bir bağışıklık sistemiyle beraber, duygusal bağışıklık sistemi de rol oynuyor. Türkiye’nin ilk medikal onkoloji bölümünü 1974’te Cerrahpaşa Tıp Fakültesi bünyesinde kuran onkoloji duayeni Prof. Bülent Berkarda verdiği röportajlarda, kanser hastalığında kahkahanın önemine değiniyor. Hastalarına komedi filmleri izlemelerini tavsiye eden Prof. Berkarda’ya göre, durduk yere kahkaha atmak bağışıklık sistemini kamçılıyor. “İyileşme sürecinin yüzde 25’i moral” diyen Berkarda’ya göre, düşünceler beyinde nöropeptit üretimini tetikliyor. Bu nedenle neşeli insan ile kederli insanın nöropeptitleri birbirinden farklı oluyor. İyi şeyler düşünmek iyi nöropeptit üretilmesine katkı sağlıyor. Bunlar kan yoluyla tüm vücuda yayılıp bağışıklık hücrelerini çalıştırıyor; bir tür enerji parçacığı gibi. Berkarda şunları söylüyor:

“Hastalarıma neşeli insanlarla buluşmalarını, neşeli kitaplar okuyup komedi filmleri izlemelerini öneriyorum. Norman Kazan’ın bir kitabı vardır; orada ‘kanseri her gün dört kere Şarlo filmi izleyerek yendim’ der. Aslına bakarsanız sebepsiz de gülünebilir. Günde yirmi kere ‘Haha-hahah’ diye gülebilir hasta durduk yere. Ama bunu şimdi kime anlatacaksın, bizim millet inanmaz böyle şeylere, şüphecidir. Halbuki beyin onu gerçek sanıyor. Şuur altı kanar. Ne dersen ona inanır. Kahkaha atıp iyiyim de, iyiymişiz der, kötüyüm de, kötüymüşüz der. İnsan vücudu bir gemi gibidir. Emirleri kaptan verir, makine dairesi emirleri yerine getirir. Bizde de kaptan beyindir. Bilinçaltı da makine dairesi. Telkin çok önemli. Oturup günde on kere bugün çok iyiyim şükür de, karaciğerin, dalağın, akciğerin ona göre çalışır. İşte kaptan iyiyiz derse beyin iyi endorfin salgılar.”

Pek çok uzman da olumlu düşünmenin gücüne inanıyor. Peki, duygusal bağışıklık sistemini güçlü tutabilmek için neler yapabiliriz? Duygusal bağışıklığımız neden düşer? Bir çocuk gibi iyi hissetme durumuna nasıl kavuşabiliriz? İş hayatının ve genel olarak yaşamın zorluklarına karşın ruh halimizi nasıl yükseltebiliriz? İşte uzmanların gözünden duygusal bağışıklık sistemini güçlendirme yolları…

Dr. Mutluhan İZMİR / Psikiyatrist, Yazar
“Kalıcı ilişkiler kurun”

Şehir bize hayalini kurduğumuz, açlığını hissettiğimiz birçok şeyi sunmasına karşın, bizi yalnızlaştırıp gelecek kaygısına neden oluyor. Doğa ve köy yaşamı göreceli olarak bir süreklilik, birliktelik vc ortak üretim olanağı sunarken, şehir yaşantısı göreceli olarak değişkenlik, bireysellik ve tekil tüketim olanağı sunuyor. Köyün sabit ve kuralları belli bir düzen içindeki yaşantısının karşısında, şehir bireye her şey olabilme olanağı sağlayarak adeta bir karnaval ortamı sunuyor. Şehirdeki geçicilik ve değişkenliğin önde olduğu haz odaklı bu yaşam biçimi, bireyin önce kendisine sunulan nesneleri sonra da kendisini tüketmesine yol açan bir sürecin içine sürüklenmesine neden olabiliyor. Günümüzde yaşanan psikolojik sorunların altında yatan en önde gelen etken budur.

İnsanın mutluluğu süreklilik ve kalıcılık hislerinin varlığına bağlıdır. Çocukların mutlu dünyalarının temelinde yaşamlarının sabit ve kalıcı olduğu hissi yatar. Çocuğun sonradan yok olan kalıcılık ve süreklilik hissi, mutlulukların en derini olan çocuksu mutluluğun temelini oluşturmaktadır. Sevdiklerinin hiçbir zaman yok olmayacaklarını, kendisinin varlığı sürdüğü sürece var olacaklarını zannetme yanılgısı büyük bir mutluluğun kapısını aralar. Büyüyünce bu yanılgıları aşarız ama yine de mutluluk, çocuksu bir yanılgıyı yeniden yaratabilmekten geçer. Birbirimizi tüketmeden, kendimizi tükettirmeden, başkalarını tüketirken kendimizi de tüketeceğimizin bilincinde olarak ilişkilerimizi birbirimize kalıcılık ve süreklilik hissi verecek biçimde kurabilirsek, çocukların mutluluğuna biz de yaklaşabileceğiz demektir. Bu algı, şehrin bireye yaşattığı geçicilik, yalnızlık, tüketerek yok etme algısının yarattığı mutsuzluk, kaygı, gelecek endişesi gibi olumsuz duygulanımlardan uzak kalabilmemizi sağlayacaktır.

Dr. Erkan SARIYILDIZ / Tıp Doktoru, Yazar
“Affetmeye odaklanın”

Duygusal bağışıklık sistemini güçlendirmek için, günlük duygusal detoks yapmayı öneriyorum. Her gece yatmadan günün muhasebesini yapıp, olanları gözden geçirdiğimizde ve olanlarla vedalaştığımızda, yeni güne yeni enerjiyle başlama şansımız olur. Benim insanlara her an öğretmeye çalıştığım şeyler, olanları olduğu anda yaşayıp bırakmak, yarınlara taşımamak. Her insanın yaşam enerjisi çok önemli ve hazine değerindedir. Yaşadığımız her olumsuzlukta bu hâzineyi parçalayarak ilerlersek, karşımıza çıkacak yeni sorunlarla baş etme şansımız azalır. En ufak bir olayda bile yıkılırız. O yüzden, her an başımıza gelenlerle yüzleşip, içimizde olanları ve kişileri affetmeye alışmalıyız. Yaşadığımız her an mutlaka içinde güzellikler barındırır.

Bunu görmeye odaklanmalıyız. Biliyorsunuz neye odaklanırsanız hayatınızda onu çoğaltırsınız. Oturup geçmişin sorunlarına ve geleceğin karamsar olasılıklarına odaklanacağımıza, anda kalmayı öğrenip yaşamımızı yüceltmeliyiz. Öz sevgi, öz saygı, özgüven ve öz değerlerimizi sağlam bir şekilde yeniden inşa etmek için kişisel gelişimimize önem vermeliyiz.

İnsanların birçoğu yaşamı kurban bilinciyle ve otomatik şekilde yaşıyor. Her an çevredekilerin, sistemlerin kurbanı olduğunu düşünerek, kendi gücünün farkında olmadan, acı edebiyatı yaparak yaşama alışkanlığıyla hayat enerjimizi düşürüyoruz. İçimizdeki sınırsız güce odaklanmak ve geleceğimizi güzelliklerle doldurmak yerine, olayların kapkara bulutlan arasında yolumuzu kaybetmiş şekilde yaşamak daha kolay geliyor nedense. İşte bu tablo içinde duygusal bağışıklığımız çöküyor ve en ufak bir olayda kendimizi yıkılmış ve çaresiz hissedebiliyoruz. Bu durum doğuştan değil, yaşamla iletişim dilimizin zaman içinde bozulmasından kaynaklanmakta. Bu durum kader değildir ve değişebilir.

Ani ERYORULMAZ / Psikoterapist, Yazar
“Genetik kadar çevre de etkili”

Yaşam tatmini, olumlu hayat koşullarından sadece kısa bir süre için etkilenir. Sahip olmak istediğiniz eve ve arabaya eriştiğinizde ilk altı veya dokuz ay boyunca mutluluk seviyeniz artar. Ardından kademeli olarak, o ev ve arabaya sahip olmadığınız noktaya geri döner. Mutluluk hissimizin hem genetik, hem de çevresel faktörlerden etkilendiğini biliyoruz. Özellikle fiziksel ve duygusal çocukluk travmaları, anne baba tarafından ihmal, ebeveyn ve çocuk arasındaki sağlıksız iletişim, otoritenin fazla kullanılması, psikolojik ve duygusal taciz, ebeveynden birinin çocuğu terk etmesi veya boşanma gibi olaylar çocuklukta yaşanmış olsa da yetişkinlik hayatında bireyin fiziksel ve ruhsal sağlığını, öz benlik algısını ve dolayısıyla mutluluk seviyesini etkiler. Çocuklukta yaşanan duygusal zorluklar, taciz ve travma yaratan olaylar bireyin 20-30 yıl sonra bile bağışıklık sistemi üzerinde etkili olup, kalp rahatsızlıklarından diyabete, alerjiden obeziteye, dejeneratif ve kronik hastalıklara neden olur.

Son yıllarda yapılan tüm araştırmalar, zevk ve tatmin odaklı olumlu duyguların, kişilerin kendilerini daha iyi hissetmeleri için yeterli olmadığı konusunda birleşiyor. Mutluluk yerine bireyin “iyi oluş”una odaklanma fikri daha doğru bulunuyor. Bireyin “iyi oluş” hal ir genetik öyküsü ve geçmişi olumsuz olsa bile, daha tatminkar hayat sürdürebilmesi için gerekli görülüyor, iyi oluş halinin temel v taşları arasında, iyi ilişkiler kurmak ve sürdürmek, zamanı unutacak aktivitclerde bulunmak, hobiler, aile ve dostlarla vakit geçirmek yer alıyor. Bunları yaparken ruh ve bedenin bir bütün olduğunu unutmadan kendine iyi bakmak, sağlıklı beslenmek, egzersiz yapmak da büyük önem taşıyor.

Şehnaz TUNA / Klinik Psikolog, Yazar
“Stres, bağışıklığı baskılar”

Duygular ve duygu durumları bulaşıcıdır. Olumlu duyguların bulaşıcı olmasına herhalde kimsenin itirazı olmayacaktır fakat ne yazık ki başta kaygı olmak üzere üzüntü, mutsuzluk, depresyon ve ümitsizlik gibi olumsuz duyguların bulaşıcı olma özelliği çok daha fazladır. Bu duruma sebep ise insanoğlunda var olan empati duygusunun da kaynağı olarak bilinen ayna nöronlardır. Ayna nöronlar karşımızdaki kişinin duygularını taklit ederek bu duyguları sahiplenmemizi sağlayan bir mekanizmadır.

Duygusal Bağışıklık Sistemi (DBS) de işte tam bu noktada devreye girer. Etrafımızda var olan olumsuz uyaranlara karşı koyabilmemiz, bir çeşit koruma mekanizması görevi gören DBS’mize bağlıdır. DBS’miz güçlü olduğu oranda çevremizde olup bitenler karşısında daha bağımsız bir tavır sergileyebiliriz. Stres karşısında vücudumuzda salgılanan kortizol hormonu ve adrenalin bağışıklık sistemimizi baskıladığı için DBS sadece duygusal alanda değil fiziksel sağlığımız açısından da son derece önemli rol oynar. Olumsuzluklar karşısında kuşandığımız etkin bir silah olarak adlandırabileceğimiz DBS, bir savunma mekanizması olma özelliğiyle aslen bilinçaltının ürünü olsa da, bunu geliştirmek pekala mümkündür.

Duygusal Bağışıklık Sistemi’nin yapısı ilk olarak doğduğumuz aile ortamında şekillendiği gibi sonradan da yapılandırılabilir. Bunun için toksik olay, duygu ve insanlardan uzak durmalı, yıkıcı eleştiri yapmamalı ve yapılan ortamlardan kaçınmalı, olumsuz duygular hissedildiğinde gevşeme ya da nefes egzersizi gibi rahatlatıcı çalışmalar yapmalıyız. Olumsuz duygular olumsuz olaylar sonucu değil, olumsuz olayların yol açtığı olumsuz düşünceler sayesinde meydana gelir. Dolayısıyla, DBS’mizi güçlendirmenin en etkin yöntemlerinden biri olaylar neticesinde meydana gelen negatif düşüncelerimizi tespit ederek bunları yeniden yorumlamaktır. Yani diğer bir deyişle hikayeyi yeniden yazabilmek gerekir. Olumsuzu olumlu olanla yer değiştirmeliyiz.

Bircan YILDIRIM / Sosyolog, Yazar
“İyi bir yargıç olun”

Duygusal bağışıklık süreci daha çok ayna nöronlar aracılığıyla aile bireylerinden öğreniliyor. Bu tamamen kişisel ve özgün bir süreç. Örneğin aynı ailede büyüyen kardeşlerin duygusal bağışıklık süreçleri, olaylara yüklenen anlam ve baş etme yöntemleri tamamen farklı olabiliyor. Bir insanı yüzde 99 oranında bilinçaltı yönetir ve bilinçaltı hayatta kalmaya programlanmıştır. Bilinçaltından yönetimi devralıp düşünen beynimizi geliştirdiğimizde, farkındalığımızı artırdığımızda duygusal bağışıklık sistemimizi de güçlendirmiş oluruz. Günlük basit birkaç egzersizle beyin kasları güçlendirilip duygusal bağışıklığımızı da güçlendirebiliriz. Mesela kendinizi iyi hissetmediğiniz zamanlarda lütfen iyi bir yargıç olun ve o anda etrafınızda gerçekten üzüleceğiniz gerçekçi bir durum olup olmadığını sorgulayın. Çoğu zaman sorun olmadığını, bunun çocukluğunuzdan öğrenip geliştirdiğiniz otomatik bir tepki olduğunu göreceksiniz. îşte böyle anlarda bilinçaltmızm oyununa gelmişsiniz demektir. Böyle zamanlarda derin bir nefes alın, aldığınız nefesi tutun, şimdi ve buradayım diye kendinize telkinde bulunun. Bunu hiçbir sorunla karşılaşmasanız da gün içerisinde sık sık yaparak beyninizin düşünen bölümünü, dolasıyla duygusal bağışıklık sisteminizi güçlendirebilirsiniz.

Duygusal bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için gökyüzünün, bulutların muhteşem bir enerjisinden dc faydalanabilirsiniz. Bol bol gökyüzüne bakarak sorular sorabilirsiniz. Ne yaparsam para kazanabilirim, nasıl daha mutlu olabilirim gibi çözüme odaklı sorular… İnsan 7’sinde neyse 70’inde de o değildir. İnsan net karar alıp harekete geçtiği anda, ezberlerini bozup beynini yeniden programlayabilir. Yapabilirim, inanıyorum dediğimiz anda beynimizdeki sayısız nöron harekete geçecek ve tüm enerjiyi bu yönde toplayacaktır. Gülmek de duygusal bağışıklık sistemini güçlendiren en etkili, en basit tekniktir. Üstelik bedava ve sınırsız…

Cem ATAT / Genos Duygusal Zeka Mentoru
“Kendinizi iyi tanıyın”

Duygusal bağışıklık sistemimiz ve daha aşina olduğumuz fiziksel bağışıklık sistemimiz birlikte çalışırlar. Kişilerin dengede olması bu iki sistemin dengesine bağlıdır. Bu dengenin bilimsel adı da Home-ostasis. Güçlü bir duygusal bağışıklık sistemi için yapılacak ilk şey kendimizi daha iyi tanımaktır. Güçlü yönlerimizi, zayıflıklarımızı, kendimizle ilgili sahip olduğumuz yıkıcı düşünce kalıplarını bilmek, kendimizi olduğumuz gibi kabul etmek atılacak ilk adımdır. Zaten hepimizde bulunan duygusal zekanın da amacı budur. Bilimsel çalışmaların gösterdiği üzere, duygusal zeka geliştirilebilir bir zeka türüdür. Duygusal zeka gelişimi stratejileri ile duyguların size karşı değil, sizin için çalışmasını sağlarsınız.

Duygusal bağışıklık sistemimizin amacı olumsuz düşünceler ve yıkıcı duygular karşısında bizim için oluşan tehditleri savuşturmak ve en aza indirmektir. Güçlü bir duygusal zekaya ve duygusal bağışıklık sistemine sahip değilsek, başkalarının bizimle ilgili yaptıkları olumsuz eleştirilerden, kendi kafamız içerisindeki olumsuz düşüncelerden çok fazla etkileniriz. Vc bu etki bir bumerang etkisi gibi bağışıklık sistemimizi daha da zayıflatır ve sonunda çökme noktasına geliriz. Araştırmalar gösteriyor ki, sürekli olumsuz düşüncelere, yıkıcı duygulara sahip insanların kansere yakalanma riski yüzde 70, kalp krizi geçirme olasılığı yüzde 20 artıyor. Özellikle beyin hücrelerimizin gelişiminin hızlı olduğu erken yaşlarda, kendimize ait bazı inançlar, düşünceler geliştiririz. Beynimiz de sürekli olarak bu düşünceleri doğrulamaya ve onaylamaya yönelik önyargılarla hareket eder. Stresli durumlarla baş edebilmek için beynimizde başlayan duygu oluşum süreci devreye girer ve stres hormonları üretilmeye başlar.

Stres anlarında vücudumuzun ihtiyaç duyduğu enerjiyi, fiziksel bağışıklık sistemimizi devreden çıkararak sağlarız. Bu da uzun dönemde bizim zayıf düşmemizi ve diğer psikolojik, fiziksel olaylar karşısında çok kırılgan olmamıza neden olur. Aynı süreç tam tersi durum için de geçerli. Fiziksel bağışıklık sistemimiz zayıfladığında, duygusal bağışıklık sistemimiz de zayıflamaya başlar. Yapılan en büyük hatalardan birisi olumsuz duygulara, olumsuz durumlara karşı koymak, göz ardı etmeye ve onları bastırmaya çalışmaktır. Unutulmaması gerekir ki, beynimiz bir duyguyu ürettiğinde hormonlar vücudumuza yayılmış oluyor. Bunu reddederek duygusal bağışıklık sistemimizin zayıflamasına yol açarız.

Cem ÖZÜAK / Öğretim Görevlisi, Yazar
“Biz o duygu değiliz”

Bugün sıradan bir insanın yaşadığı hayatı, Ortaçağ’da krallar yaşayamıyordu. Tabiri caizse, yediğimiz önümüzde yemediğimiz arkamızda bugün. Diğer taraftan duygusal açıdan maalesef tarihin en kötü çağındayız. Eskiden duygusal bağışıklık diye bir terim bile yoktu hayatımızda. Şimdiyse herkes içinde bulunduğu mutsuzluğa çözüm arıyor. Kendimizi duygularımızdan ibaret sanıyoruz. Duygularımızdaki en ufak bir değişiklik bu yüzden bizi mahvediyor. Halbuki bütün duygular gelip geçicidir. Nasıl ki mevsimler sürekli değişiyorsa duygularımız da sürekli değişir. Herhangi bir duygu bize geldiğinde onu misafir etmesini bilmeli ve onun bize yapışıp kalmasına izin vermemeliyiz.

Yani üzgünüm demek yerine üzüntü bana geldi ya da şu anda öfkelendim demek yerine öfke şu an bana geldi dememiz gerekiyor. Çünkü biz o duygunun kendisi değiliz.

TDuygularımızın ötesindeki bizi anlayabilmek için ise izleyici konumuna geçmemiz gerekiyor. Mesela öfkelendiğimizde bir adım geri gidip öfkelenen bizi izlemeye başlayalım. Ellerimizin titremesini, kalp atışımızın hızını, kanın yüzümüze basınç yapmasını gözlemleyelim. Bir adını geri gidip öfkelenen kendimizi izlediğimizde öfkenin de tıpkı bir tren gibi gözümüzün önünden geçip gittiğini görürüz. Karşılaştığımız her duyguda önümüzde iki tercih vardır. Ya o duygunun içinde kaybolup gideriz ya da gelen duygunun bize yapışmasına izin vermeden sadece onu izleriz. Eğer izleyici olabilirsek, o duygu bizde neredeyse hiç hasar bırakamaz. Çünkü ruhumuza yapışamaz. Duygusal bağışıklık için önerdiğim bu teknik oldukça işe yaramaktadır. Bu konuda derinleşmek isteyenlere Metropol Dervişi ve Zihin Yalanlan isimli kitaplarımı okumalarını öneririm.

Fırat ÇAKIR / Sağlıklı Yaşam Koçu, Yazar
“Mutluluk bağırsak florasından gelir”

tnsan, kafatasının içinde bulunan mantık beyin ve bağırsaklarda bulunan duygusal beyin olmak üzere iki beyine sahiptir. Duygusal beyin olan bağırsaklar, duygusal bağışıklık sistemi olarak da adlandırılır. Neredeyse dünyaya gelen her insan duygusal beyni sağlıklı olarak doğar. Yıllar içerisinde yanlış beslenme, asitli gıdalar, alkol, uyuşturucu gibi maddelerin tüketilmesi ile zarar görür. Ancak duygusal beynin en büyük düşmanı antidepresan, ağrı kesici ve antibiyotiklerdir. Özellikle bu üçlü, bağırsak florasının tamamen zarar görmesine neden olur. Bağırsaklarımızda yaklaşık on milyon adet kıl vardır. Bu kıllar yemiş olduğumuz gıdaların doğru sentezlenmesini sağlar. Ancak kullanılan antidepresanlar, antibiyotikler ve zararlı maddeler bu kılların dökülmesine neden olur. Kıllar dökülünce besin sentezlenmesi doğru yapılamayarak kana büyük parçacıklar karışır. Mantık beynimiz bu parçacıkları vücuda giren bakteriler olarak algılar ve o parçacıklara savaş açar. İçimizde meydana gelen bu savaş sürekli duygu bozukluğu yaşamamıza neden olur. Dolayısıyla kişiler çeşitli sağlık ya da maddi sorunlar yaşasalar bile eğer bağırsak floraları sağlıklı ise kendilerini mutlu hissederler. Ancak maddi ya da sağlık durumu ne kadar iyi olursa olsun, eğer bağırsak florası bozulmuş ise mutsuz olmak durumundadırlar. Anksiyete, depresyon ve benzeri rahatsızlıklar bağırsak beynin zarar görmesi ya da çökmesi sonucunda oluşur. Durumu düzeltebilmek için, keçi kefiri, probiyotik kullanımının yanında bol yeşil yapraklı sebze ve salatalar, lif oranı güçlü besinler ve bol su tüketilmelidir. Antibiyotik, ağrı kesici ve antidepresan kullanımı uzman kontrolünde bırakılmalı, alkol, uyuşturucu, asitli gıdalar, paketlenmiş gıdalardan uzak durularak sağlıklı bir beslenme düzenine geçilmelidir.

Hakan MENGÜÇ / Sufı Yazar
“En büyük sorunumuz hız”

Çağımızın en büyük sorunlarından biri nedir diye sorsalar, muhakkak “Hız!” derdim. Öylesine aceleyle, öylesine telaş içinde ve hep bir yerlere ya da bir şeylere yetişme kaygısı içinde koşar adımlarla yaşıyoruz ki, ıskaladığımız şeyler sadece etrafımızdaki güzellikler değil, düpedüz ruh sağlığımızı, duyularımızı ve kalbimizle olan bağlantımızı kaybediyoruz. Kızılderililerin dediği gibi, “0 kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhlarımız geride kalıyor.” Selamlaşmak, birinin işini görmek, derdini dinlemek, bir dosta zaman ayırıp yanında bulunmak artık çok büyük lüksler. Bir araştırmaya göre insanların yüzde 80’i hiç konuşulmayan, samimi sohbetlerin olmadığı yemeklerden sonra televizyon karşısına geçiyor ve dizi bitmeden kanepede uykuya dalıp gidiyor. Sadece yüzde 20’si ailesine, dostlarına zaman ayırıyor ya da kendini ilmi yönden yetiştirmeye çalışıyor. Aynı evin içinde eşini göremeyen insanlar var. Bütün sorun acele etmekten kaynaklanıyor.

Mutsuzluğun temelinde yatan en büyük problemlerden biri hız. Unutmayın ki, acele ettiğiniz hiçbir şeye yetişemezsiniz. Koştuğunuz sürece varmak istediğiniz yere zamanında varamazsınız. Hız, insanı geciktirir.

Müge ÇEVİK / Kişisel Gelişim Uzmanı
“Her şeyin geçici olduğu anlaşılmalı”

Hiç farkına varmadan belki de her gün yaşadığımız, tecrübe ettiğimiz bir süreç duygusal bağışıklık. Bedenimiz nasıl hasta oluyorsa, duygularımızın da hastalandığı gerçeğinden hareketle ortaya çıkan bu kavram, özellikle son zamanlarda yaşanılan negatif süreçlerle üzerinde daha da fazla konuşulmaya başladı. Duygusal bağışıklık, yaşamda başımıza gelen olumsuzluklar karşısında ne kadar dayanıklı ve yılmaz olduğumuzu belirliyor. Yılmazlığımızı korumak ve düşsek bile her seferinde yeniden kalkmak için duygusal bağışıklık sistemimizin güçlü olması gerekiyor. Bazı insanlar sağlıklarını kaybetseler bile, kendilerini iyi hissetmeye devam edebilir. Bazıları ise tamamen sağlıklı olmalarına rağmen, çoğu zaman kendilerini kötü hissedebilir. Üst üste fazla üzücü şeyler yaşadığımızda bazen yaşama devam etmek, yeniden ayağa kalkmak ve kaldığımız yerden devam etmek çok zor olabilir. İşte bu noktada duygusal bağışıklık sistemimiz, yaşamda başımıza gelen olumsuzlukların karşısında ne kadar dayanıklı ve yılmaz olduğumuzu belirler. Duygusal bağışıklığımızın güçlü olması için, her şeyin geçici olduğunu ve herkesin başına her şeyin gelebileceğini kabul etmek önemli. Yaşamda sürekli iyi şeylerin olacağını sanmamak, ancak kötü görünen şeyler içindeki iyiyi arama motivasyonunu da kaybetmemek gerek. Zihinsel girdaplardan uzak durabilen kişiler ayağa daha çabuk kalkıyor. Stres, endişe ve hırs gibi olumsuz duyguları yönetmeyi öğrenmemiz şart.

Negatif duyguları olması gerekenden çok daha uzun yaşayabildiğimize göre, pozitifi çoğaltmak da mümkün. Bunun için yollardan biri, daha fazla olumlu durum ya da olayı fark etmek ve hatırlamak. Ve önemli olan sadece olana değil, olmayana da şükredebilmek.Olumluluğu öğrenmeliyiz. Olumlu duygu ve davranışları bir miktar abartabiliriz. Zihinsel tuzaklardan uzak durmalı, üstünlük ve güç mücadelelerinden kaçınmalıyız. Güçlü yönlerimizi bulmalı ve daha fazla kullanmaya çalışmalıyız.

Soner Koşan / Pedagog Yazar
“Kendimizle barışık olmalıyız”

Olumsuzluklara karşı savunma mekanizmamız ve yeniden mücadele etme gücümüz ne kadar güçlüyse, o kadar uzun ve sağlıklı süre yaşamda kalabiliriz. Kış aylarında soğuk algınlığına, gribe karşı antioksidan ve bağışıklığı güçlendirici sebze, meyveleri yediğimizde ve düzenli spor yaptığımızda hastalıklara karşı nasıl daha güçlü oluyorsak, duygusal olarak da pozitif bakış açısı geliştiren, ruhunu güçlendiren insanlar yaşamın engellerini daha hızlı ve kolay aşabilmekte. Duygusal bağışıklığı güçsüz olanlar depresif ruh hali ile mücadele etmeden güçsüzce beklerler. Güçlü olanlar ise bu sorunları nasıl aşarım diye düşünür ve seferber olur. Fiziksel ile duygusal yapımız beraber çalışmaya başlar ve bir çözüm bulur. Kanseri yenen, deprem enkazının altında günlerce kalmasına rağmen hayatta kalmayı başaran, maddi olanaksızlıklara rağmen eğitim ve kariyer olarak çok yüksek yerlere gelen, işkenceye dayanabilen, yıllarca başarısız deneyler yapmasına rağmen umudunu İlk günkü gibi canlı tutan insanlar var. Tüm bunları yapabilmek için salt eğitim, fiziksel sağlık veya zeka yeterli değildir.

Fark yaratan kişiler kimler, bir düşünün. Tüm bu önemli etkenleri motorize edebilen ve yılmadan mücadele ruhu veren şey, duygusal yapımızdır. Duygusal bağışıklığımızı güçlendirmek için, ne kadar hata yaparsak yapalım kendimizle barışık olmalıyız. Farklı bakış açıları geliştirmeliyiz. Başkalarını değiştirmek için zaman ve emek sarf etmemeli, bu zaman ve emeği kendimiz için harcamafıyız. Ne yaparsak yapalım yaptığımız şeyi aşk ve şevkle yapmalıyız.

Barış MUŞLU / Yazar
“Duygusal bağışıklık sistemimizi güçlendirebiiiriz”

Bizim olaylara verdiğimiz tepkiler sadece şu an olan sorunlarımızla değil, geçmişte ne kadar çok travma yaşadığımızla ve o travmalara nasıl tepki verdiğimizle ilgili. Çok büyük sorunları olmasa da büyük mutsuzlukları olan insanlar muhtemelen bir ya da birkaç olayla beyinlerindeki mutluluk kimyasını kaybetmiş olabilir. Bir başka deyişle ne yaparlarsa yapsınlar beyinlerinden mutluluk hormonları çok zor tetikleniyor olabilir. Bunun olması için de bazen tek bir olay bile yetebilir. Mutluluk sadece ortamın ve yaşananların bir sonucu değil, beyindeki kimyasal dengedir. Zaten o yüzden bazı ilaçlarla yapay şekilde manipüie edilebilmektedir.

Beyin kimyamız haricinde, insanın felsefesi, ailesel öğretileri ve karakteri de mutlu olmaya daha fazla elverişli olabilir. Beklentilerini aşırı yüksek tutan, her şeyi ve tüm hayatı kontrol etmeye çalışan, aşın mükemmeliyetçi, teslim olamayan insanların, büyük dertleri olmasa da mutlu olmaları çok mümkün olmayabilir. Duygusal bağışıklık sistemimizi güçlendirebilmeniz elbette mümkündür. Bizim aslında sürekli bahsetmiş olduğumuz NeuroFormat bununla ilgilidir. Şu anda hissettiğiniz olumsuz duygular aslında geçmişte yaşadığınız kötü olaylar sırasında beyninizin sizi korumak amaçlı ortaya çıkardığı duygulardır. Bir başka deyişle mevcut endişeler ve korkularınızın büyük bir bölümü yeni yaşadığınız olayların geçmişteki daha büyük travmalarınızı tetiklemesiyle ortaya çıkar. Bizim odaklandığımız da geçmişteki negatif duyguları deşarj ederek onların yeni olaylarla tetiklenmesini önlemektir.

Ürün Dîrîer




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir