Soyanın Yararları – Soya İzoflavonları

Soyanın Yararları – Soya İzoflavonları

Soyanın faydaları, soyanın zararları, soyanın yararları nelerdir, soya sütünün yararları, soyanın faydaları nelerdir, soya sosunun faydaları, soyanın faydası, soya fasulye faydaları.

SOYA PROTEİNİ VE SOYA İZOFLAVONLARI

TOPUNUN BENİ HEYECANLANDIRACAĞI HİÇ AKLIMA GELMEZDİ. DOĞRUYU SÖYLEMEK gerekirse tadından pek hoşlanmıyorum ama soya ürünlerinin yenmesiyle hastalıklardan korunulacağını gösteren bazı bilimsel çalışmalar ilgimi çekiyor. Örneğin meme kanserine yakalanan Japon kadınların sayısı Kuzey Amerikalılar’ın dörtte biri. Japon kadınlar çok fazla soya ürünü yiyor. Bundan meme kanserinin soya tüketimiyle bağlantılı olduğu anlamının çıkarılması gerekmiyor. Ancak soya bağlantısı bir rastlantıdan daha öte bir ilişki anlamına gelebilir. Yine de soyanın olası yararlarını araştırmadan önce meme kanserinin pek çok etmenin bir araya gelmesiyle oluşan kompleks bir hastalık olduğunu unutmayalım. Yaşla bağlantılı, genetik bileşenleri var ve aynı zamanda aşırı alkol tüketimiyle de ilgili bir hastalık. Yağda çözünen belli başlı pestisit-lere yüksek dozda maruz kalınmasıyla ilişkisi olabilir, beslenmede alınan yağ çeşitleri hastalığın oluşumunda rol oynayabilir.

Soyanın Yararları

Soya efsanesi 1940’larda Avustralyalı çiftçilerin koyunların belli bir cins yonca yediklerinde normal üremeyi başaramadıklarını fark etmesiyle başladı. Veterinerler hayvanların idrarında yüksek düzeyde equol tespit ettiler. Bu maddeye daha önce hamile atların idrarında da rastlanmıştı. Koyunların bağırsaklarının yoncanın içinde doğal olarak meydana gelen bir maddeyi equol’e dönüştürebildiği anlaşıldı. Equol’un östrojenle benzer biyolojik aktiviteye sahip olduğu biliniyordu. Bu nedenle östrojen benzeri bir maddenin doğurganlığı etkilemesi şaşırtıcı değildi. Ne de olsa östrojen insanların üremesinde önemli bir rol oynar. Bunun üzerine bilimadamları ostrojenik aktiviteye sahip bileşenler üreten başka bitkilerin de olup olmayacağını merak etmeye başladı. Ve böylece soya fasulyesi gündeme geldi. Asya’nın başlıca ürünlerinden olan soyanın izoflavon olarak bilinen fıtoöstrojen (bitkisel kaynaklı östrojen) bakımından zengin olduğu ortaya çıktı. Genistein ve daidzein, özel bir öneme sahipti çünkü bunlar idrarla bir dereceye kadar atılıyor ve beslenme düzenindeki soya miktarıyla ilişkilendirilebiliyordu.

Fitoöstrojenlerin keşfi şaşkınlıkla karşılandı çünkü bilimadamları zaten östrojenle meme kanserinin bir şekilde bağlantılı olduğundan şüpheleniyorlardı. Yaşam süreleri boyunca daha fazla östrojene maruz kalan kadınların hastalığa yakalanma risklerinin daha yüksek olduğu biliniyordu. Buna ergenliğe erken giren, menopoza geç giren, az çocuk sahibi olan ya da hiç çocuk doğurmayan kadınlar dâhil. Başka bir deyişle, yaşam süresi boyunca görülen toplam adet döneminin sayısını azaltan herhangi bir etkenin riski azalttığı görülüyor.

Artık Japon kadınlarımıza geri dönelim. Ortalama 32 günlük adet dönemleri olan Japon kadınların 29 günde bir adet gören Kuzey Amerikalı kadınlarla kıyaslanınca adet dönemleri daha uzun sürüyor. Bu da ömürleri boyunca 30 ila 40 kez daha az adet dönemi yaşadıkları anlamına gelebilir. Kuzey Amerikalı kadınlara oranla idrarlarında 1.000 kata kadar daha fazla fitoöstrojen bulunuyor. Ancak Japon kadınların Kuzey Amerikalı kadınlardan 30 kat daha fazla soya ürünü tükettiğini, Kuzey Amerika’ya göç eden ve Kuzey Amerikalılar’a özgü beslenme ve yaşam biçimini benimseyen Japonlar’da diğer Amerikalılar kadar kanser vakasına rastlandığını dikkate alırsak soya fasulyesi durumu çok daha karmaşık bir hale getiriyor.

İzoflavonla meme kanseri arasında muhtemel bir düzenek olduğunu bile varsayabiliriz. Meme dokusundaki bazı hücreler östrojene duyarlı olarak bilinir, yani östrojenin bağlanabileceği belli başlı proteinler (östrojen alıcıları) içerirler, tıpkı anahtarın kilide oturması gibi. Bu bağlanma hücrenin çekirdeğinde bir olaylar dizisi başlatır ve bunun sonucunda da hücrelerin hızlı çoğalmasına neden olan belli proteinlerin üretimine yol açar. Hücrelerin bu sıradışı çoğalması da kanserle sonuçlanır. Görünen o ki izoflavonlar aslında “zayıf” östrojenlerdir. Östrojen alıcılarına takılırlar ancak hücresel aktiviteyi fazla etkilemezler. Aynı zamanda östrojenin alıcıyla bağlanmasını da engellerler. Sanki kilide yanlış anahtar sokulmuş gibi olur. Anahtar döndürülemez ancak kilide başka bir anahtarın girmesi de engellenmiş olur.

İlişkiler ve teori hakkında şimdilik bu kadarı yeterli. Soyanın gerçekten de meme kanserini önlediğini göstermek için somut kanıtlardan hangilerini toparlayabiliriz? Hayvanlar üzerinde yapılan birçok çalışma, soya tüketiminin ya da ayrıştırılmış izoflavonların tümörün büyümesini azalttığını göstermiştir. Harvard araştırmacıları, iki hafta boyunca izoflavonla beslendikten sonra meme ya da prostat kanserli hücreler enjekte edilen farelerin diğer deney farelerine göre daha az tümör geliştirdiklerini keşfetti. îzoflavonlara ek olarak çay içen hayvanlar daha da iyi durumdaydı. İnsanlardan toplanan bilgiler daha dolaylı ama yine de elde bazı bilgiler mevcut. Toronto Üniversitesinden Dr David Jenkins, günde 33 gram soya proteini içeren, az yağlı bir beslenme düzenine sahip gönüllülerden alman idrarı inceledi. Bu beslenme biçiminin sonucu olarak idrardaki hormonal aktivite düşmüştü. Bu, insan meme kanseri hücrelerinin büyüme ve çoğalmaları üzerindeki etkiyle ölçülmüştü. Jenkins, bunun meme kanserine karşı düşük bir koruma etkisi ile de benzeştiğini öne sürer.

Araştırmacılar, meme kanserli hastalardan oluşan gruplarla eşleştirilebilecek denek grubunu da karşılaştırmış ve her gün soya tüketen menopoz öncesi kadınlarda riskin yüzde 50’ye kadar azaldığını kaydetmişlerdir. Singapur’da yapılan klasik bir çalışma, meme kanseri oranlarıyla düzenli olarak yenen soya proteini miktarı arasında ters orantı olduğunu gösterdi. Asyalı kadınlar üzerinde yapılan 20’den fazla çalışma, günde bir bardak (250 mililitre) soya sütü içilmesinin ya da yarım kase tofu yenmesinin bile kanser riskinin düşmesi ile bağlantılı olduğunu ortaya koymuştur. Buna ek olarak bazı çalışmalarda, günde 20 gram soya proteini tozu (kabaca bir soya burgere, bir bardak soya sütüne ya da bir porsiyon tofüya eşdeğer) yemeye başlayan menopozlu kadınların menopoz belirtilerinde azalma olduğu gözlenmiştir. Soyanın yararlarından biri de omurgadaki kemik yoğunluğunu arttırmasıdır. Menopoz öncesi kadınlar söz konusu olduğunda aynı beslenme biçimi adet dönemlerini 2,5 gün geciktirmiş, idrarlarındaki izoflavon miktarı da büyük ölçüde artmıştır. Soyanın östrojene benzer bir etkinliği olduğu açıkça görülmektedir!

Başlıca izoflavon olan genisteinin bir başka etkisinin olması da muhtemeldir. Tümörlerin gelişmesine yardımcı olan damar genişlemesi oranını azaltır. “Anjiyogenez” olarak adlandırılan bu kitleme önemli bir antikanser etki haline dönüşebilir. Bu, idrarlarındaki genistein seviyesi yüksek erkeklerin prostat kanserinden neden korunduğunu bile açıklayabilir. İzoflavonlar, soya fasulyesindeki en ilginç antikanser bileşenler olmalarına rağmen başka bileşenler de vardır. Bunlardan biri olan folik asidin DNA’nın mutasyona uğramasını önlediği gözlenmiştir.

Bununla birlikte soya efsanesinde bazı tutarsızlıklar da bulunmaktadır. Japonların yaptığı bir araştırma meme kanserli kadınların en az hastalıktan hiç etkilenmeyen bir denek grubu kadar soya tükettiğini ortaya koymuştur. Japonlar’ın yalnızca üçte biri kadar soya ürünleri tüketen Çinli kadınların meme kanseri oranlan aynı derecede düşüktür. Belli bir miktarda soya tüketiminin koruyucu olma ihtimali tabii ki vardır ancak bu miktarın üzerinde soya yemek daha fazla yarar getirmez, hatta bir risk bile oluşturabilir. Deney tüplerinde, çok düşük yoğunluklarda genistein insan meme kanser hücrelerinin çoğalmasını arttırırken yüksek yoğunlukta çoğalmayı durdurur. Soya tüketiminin zamanlaması da önemli olabilir. Örneğin dişi farelere ergenlik öncesi soya verilirse kanserojen indüklenmiş meme kanserine karşı korunur ancak daha sonraki dönemlerde verilirse böyle bir koruma sağlamaz. İnsanlarda izoflavonlar menopozdan sonra doğal östrojen seviyeleri düşükken farklı, yaşamın daha erken safhalarında bol miktarda östrojen salgılarken farklı etki edebilirler. Asyahlar üzerinde yapılan epidemiyolojik çalışmalar, koruyucu olanın gerçekten de yaşamın erken dönemlerinde soya alımı olduğunu göstermiştir. Daha sonraları, en azından teoride, rekabet eden daha az doğal östrojen olduğunda soyanın etkileri farklı olabilir.

Menopoz sonrası kadınlar değişen miktarlarda östrojen salgılar ve küçük değişiklikler bile önemli olabilir. Östrojen seviyeleri yüksekse yüksek dozda soya alımı tam tersine östrojen benzeri bir etki yaratabilir ancak soyanın izoflavonları yüksek seviyelerde mevcutsa doğal östrojenin olumsuz etkilerini bloke edebilir. Bu, teorik bir olasılıktan öte bir şeydir. Wake Forest Üniversitesinden Charles Wood menopoz sonrası dönemdeki maymunlara yüksek ve düşük dozda östrojen verdi ve sonra onları farklı miktarlarda izoflavonla besledi. İzoflavonların düşük östrojen alan hayvanlar üzerinde hiçbir etkisi olmadı ve bu menopoz sonrası soya aliminin meme kanseri riskini arttırmadığı önermesini destekledi. Yüksek dozda östrojen verilen hayvanlarda elde edilen sonuçlar daha da rahatlatıcıydı. Bunlara günde 240 miligram izoflavon içeren bir beslenme biçimi uygulandığında meme kanserine karşı düşük bir yatkınlık gösterdiler. Bu bilgiyle ne yapılacağına karar vermek güç. Bu izoflavon miktarı yalnızca besin takviyelerinden alınmıştı ancak en azından fitoöstrojenlerin östrojenin olmadığı durumlarda onu taklit edebileceğiyle ilgili endişeleri azaltıyordu. Menopoz sonrası soya ürünlerini ya da izoflavonları deneyerek menopoz belirtilerini azaltmak isteyen kadınların meme kanseri riskinin artmasıyla ilgili endişelenmelerine gerek kalmamıştı. Bazı çalışmalar tatmin edici sonuçlar alamazken bazıları günde 160 miligram civarında izoflavon aliminin ani ateş basması ve gece terlemelerini azaltabileceğini ortaya koydu.

Eldeki geçerli bilgiler soyanın, özellikle de yaşamın erken dönemlerinde tüketildiğinde meme kanserine karşı koruyucu olabileceğini öne sürerken hastalık oluştuktan sonra etkili olup olamayacağı konusunda bir ışık yakmıyor. Bu durumda bazı önerilerde bulunmak için elde yeterli bilgi yok ancak soya tüketimini abartmaktan kaçınmak akıllıca bir yaklaşım olacaktır.

Tabii ki herkesin kanserle ilgili endişeleri var ancak kalp hastalıkları daha öldürücü. Bu konuda da soyanın koruyucu etkileri üzerine çok fazla konuşuluyor. Aslında konuşmaktan da öteye gidiliyor. 1999 yılına gelindiğinde soya ürünleri üreticilerinin Amerikan Gıda ve İlaç Kurumu’na başvurarak paketlerinin üzerine “kalp sağlığına yararlıdır” ibaresi koymak için izin almalarına yetecek kadar bilimsel kanıt toplanmıştı. O zaman için geçerli olan kanıtları gözden geçirdikten sonra FDA, tofu ve soya sütü gibi soya proteini bakımından zengin gıdaların “kötü” kolesterol olan LDL’nin kandaki seviyelerini de düşüreceği konusunda görüş birliğine vardı. Bugün itibariyle Amerika’da satılan ürünlerde günde 25 gram soya proteini ve yanında düşük doymuş yağ ve düşük kolesterol içeren bir beslenme biçimiyle kalp hastalığı riskinin düşebileceğinin öne sürülmesine izin verildi. Bu iddianın öne sürülmesi için verilen izin, ancak söz konusu gıdanın bir porsiyonu en az 6,25 gram soya proteini, en az 1 gramı doymuş bir yağ çeşidi olmak üzere 3 gramdan az yağ ve 3 miligramın altında kolesterol içerdiği takdirde geçerli.

FDA’nın kendi bilimadamları da dâhil olmak üzere kurumun bu iddianın etiketlerde belirtilmesine onay vermesinden memnun olmayanlar vardı. Karşıt görüştekiler, aşırı soya tüketimi sonucunda tiroid bezlerinin genişleyeceği ve boyunda bir yumru olarak dışarıdan görülebilen guatra neden olacağı konusunda ısrarcıydı. Ünlü soya izoflavonları genistein ve daidzeinin, yaşamsal bir enzim olan tiroid peroksidazı etkisiz hale getirerek tiroid hormonunu engellediği söyleniyordu. Tiroid hormonu seviyeleri düşünce hipofız bezi daha çok tiroid uyarıcı hormon (TSH) salgılar ve bu da tiroid bezinin büyümesine ve şişmesine neden olur. İzoflavonların tiroidler üzerindeki etkilerini ortaya çıkaran bazı laboratuar kanıtları olsa bile bol miktarda soya tüketen topluluklarda guatr ya da herhangi bir tiroid rahatsızlığı riskinin arttığına dair kanıt yoktur. Soyayla beslenen bebeklerin sıradışı gelişim gösterdiği ya da yüksek fitoöstrojen seviyelerinin erkeklerde feminizasyona neden olabileceği de ne öne sürülmüş ne de kanıtlanmıştır. Soya formülünün 30 yıl boyunca kullanımı sonucunda herhangi bir gelişimsel ya da hormonal anormallikle bağlantısı ortaya çıkmamıştır.

Daha gerçekçi bir endişe, soyanın yararları hakkında yapılan önceki çalışmaların yeni tarihli ve daha iyi denemelerle desteklenmemiş olmasıyla ilgilidir. 1999’dan bu yana yürütülen 22 klinik çalışmasında yüksek miktarda soya proteinin kolesterol seviyeleri üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Sonuçlar hiç de etkileyici değildir: Kolesterol ortalama yüzde 3 düşmüştür. İzoflavon içeren takviyelerin kolesterol üzerinde hiçbir etkisi olmamış, kanseri önleyici olduğuna dair hiçbir somut kanıt bulunamamıştır. Tabii ki bu, soya içeren besinlerin sağlıklı seçimler olmadığı anlamına gelmez. Sağlıklıdırlar. Ancak her derde deva besinler değildirler. Hayvansal proteinin yerine bitkisel protein almak kesinlikle yararlıdır çünkü doymuş yağ ve kolesterol alimim düşürürler. Bunun da ötesinde soya, özel bir yağ asidi olan alfa-ünolenik asit içerir ki bu, daha önce de gördüğümüz gibi, kolesterolün düşürülmesinden bağımsız olarak kalp hastalıklarının azalmasında etkilidir. Konu sağlık olduğunda tofu salatası füme etli sandviçe beş basar ancak ne yazık ki söz konusu lezzet olunca pek çok insanın tercihi bu yönde olmaz.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir