Mexico City’i Tanıyalım

Mexico City’i Tanıyalım

Bu yazımda gerek kapladığı alan, gerekse yaklaşık 20 milyonu aşan nüfusuyla Tokyo ve Seul’dan sonra dünyanın üçüncü büyük şehri olan Meksika’nın başkenti Mexico City’i anlatacağım. Önce biraz Meksika’yı tanıyalım. Meksika’nın resmi adı Meksika Birleşik Devletleri. Tahmin ettiğiniz gibi idare şeklini Amerika Birleşik Devletleri’nden örnek almış. 32 eyaleti ve her eyaletinin de kendi başkenti var. Mexico eyaletinin başkenti Toluca. Mexico City ise Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington’la eş değer. Meksika ülke olarak geçmişte Aztelderin hâzinesine sahip olmak için İspanyollar tarafından en çok yağmalanan ve yerel halkın en büyük kıyıma uğradığı ülke. Günümüzde Meksika halkının yüzde 6o’ım Mestizolar (yani Avrupalı, özellikle İspanyol ve yerli karışımı melezler), yüzde 30’unu da Nahuatllar, Mayalar, Zapotekler ve Mikstekler olmak üzere Amerikan yerlileri oluşturuyor. Resmi dil İspanyolca; bunun yanı sıra 59 yerli dilin konuşulduğu söyleniyor. Meksika denince ilk akla gelenler Frida Kahlo, gümüş, Mariachi müziği, Aztelder, Mayalar, piramitler, Cortez, 1968 Yaz Olimpiyatları ve Meksika içldsi tekila olur. Bunların hepsi ile başkent Mexico City’de tanışacağız.

Mexico City’nin İlk Sakinleri

Bu bölgenin ilk halklarından Toltekler, Kolomb öncesi uygarlıklardan birini oluşturuyorlar ve Meksika’daki Aztek öncesi üç kültürden (Mayalar, Toltekler, Olmelder) biri olarak kabul ediliyorlar. Meksika topraklarında ilk insan topluluklarına ait izler, tarihçilere göre yaklaşık 20 bin yıl öncesine gidiyormuş. “Toltek” sözcüğü Nahuatl dilinde “inşaat ustası” anlamına geliyormuş. Hakkında fazla bilgi sahibi olunmayan kadim Amerika uygarlıklarından biri olan Tolteklerin kökeni ve yaşadıkları dönem hakkında çeşitli varsayımlar bulunuyor. Şimdilik en fazla kabul gören varsayım, nereden geldikleri bilinmeyen bu halkın günümüzden 3 bin 300 yıl önce yaşadığı. Arkeologlara göre başkentleri Mexico City’den yaklaşık 80 kilometre uzaklıkta bulunan, Teotihuacan yakınlarındaki Tula. Daha sonra sahneye çıkan ve Meksika’nın kuzeyinden gelen bir halk olan Aztekler, terk edilmiş mükemmel Toltek yapıları ya da kalıntılarıyla karşılaşmışlar. Bugün MeksikalIlar kendilerini, bu topraklara 1325 yıllarında gelen Aztelderin torunları sayıyorlar.

Mexico City, zamanında büyük bir gölle kaplı bir vadiymiş ve Aztekler de buraya gelip yerleşmişler. Bugünkü Mexico City şehrinin çekirdek hali işte bu gölün üstünde var olan ada ve çekirdek halkı da bu adaya yerleşebilmiş olan Aztek halkı. Aztekler o zamanlar buraya, kahinleri olan Tenoch’un “Kartalla yılanın birleştiği yere gitmeniz gerek” emrini aldığı rüya üzerine gelmişler. Hikayeye göre Aztekler, bu adada ağzında yılan tutan bir kartalı görünce “İşte bizim yer burası” deyip yerleşmişler. Şehrin adını da bu kahine izafeten “Tenochtitlan” koymuşlar. Bugünkü Meksika bayrağının ortasında bulunan ağzında yılan tutan kartal ise o efsaneden kalma.

Mexico City’de Nereleri Gezmeli?

Azteklerden günümüze kalan kent içindeki yapılar oldukça az. Buna karşın Kristof Kolomb’un heykellerini çoğu yerde görebilirsiniz. Reforma Caddesi üzerindeki altın kaplamalı “Kolomb Heykeli” kentin önemli simgelerinden biri. Kolomb’un İspanyolca adı Cristobal Colon’dur; “kolonileşme” ve “koloni” sözcülderi bu büyük kaşifin adından gelir. Meksika’da her 12 Ekim “Colombus Day” olarak kutlanır. Şehrin önemli binalarından biri de Opera ve Güzel Sanatlar Sarayı. Beyaz mermerden yapılmış bu devasa opera binasının inşaatına 1904 yılında başlanılmış. Orta ve Güney Amerika’nın önemli şehirlerindeld çoğu opera binasının 1890 ile 1910 yılları arasında inşa edildiğini anımsayalım.

Dünyanın en büyük meydanlarından biri olan Mexico City Meydanı’nın ortasındaki direkte dünyanın en büyük bayrağı dalgalanır. Ana meydan etrafında valinin oturduğu hükümet binası olan Palacio Nacional, Katedral ve merkez çarşı yer alıyor. Katedral Metropolitan, Amerika latasındaki en büyük ve en eski dini bina. Bir güç ve otorite simgesi olarak, tarihi Aztec kutsal bölgesi üzerine kurulmuş bulunuyor. Yapımına 1573 yılında başlanmış ve tümüyle bitirilmesi tam 240 yıl sürmüş. Rönesans’la başlayan tarz, barokla devam etmiş ve tamamlanmasına kadar neo-klasiğe dönmüş. 19’uncu yüzyıldan itibaren toprağa gömülmeye başladığı tespit edilen katedral, 1962’de büyük bir yangın atlatmış. Bu yangında, katedralde saklanan birçok tarihi yazıt da 1 yok olmuş. 1990’larda tehlikeli bir biçimde eğilen saat kulesinin yıkılmasını ve katedralin elden çıkmasını önlemek için büyük bir proje başlatümış. Temelinin altına kazılan kanallara beton enjekte edilerek sağlamlaştırılma yapılırken, binanm ve kulelerin düzeltilmesi de sağlanmış. Katedral’in arka tarafında ise 1974 yılında metro kazısı sırasından ortaya çıkan Azteklerden kalan Templo Mayor’un kalıntılarını görürüz. Bu bölge Unesco Dünya Mirası tarafından koruma alınmıştır. Templo Mayor kan içici savaş tanrısı Huitzilopochtli’ye adanmış. Zamanında basamakları bile kafataslarıyla süslü olan mabedin taşları kırmızı renkliymiş. Bu kırmızı rengin kaktüsler üzerinde bulunan Koçiniya adlı parazitten elde edildiği biliniyor. Onlarm yumurtaları sıkılınca kırmızı bir sıvı çıkıyormuş. Katedralin üzerindeki taşlar da böyle boyanmış. Düşünebiliyor musunuz? 600-700 yıl önce boyanmış taşlar bugün bile rengini koruyor.

Şehrin önemli meydanlarından biri de Plaza de Las Culturas, yani Üç Kültür Meydanı. 1968 yılında devletteki yolsuzluklar ve basla rejimine karşı halkta huzursuzluk başlayınca özellikle işçiler ve öğrenciler şehrin çeşitli yerlerinde gösteri düzenlerler. Ne var ki 1968 Mexico City Yaz Olimpiyatları yaklaştığı için ortalığı süt limanmış gibi göstermek adına, Devlet Başkanı Gustavo Diaz Ordaz meydanda düzenlenen son mitingi dağıtmak ve bir daha tekrarlanmasını engellemek amacıyla polis tarafından halkın üzerine ateş açılmasını ister. Çok sayıda insan yaralanır ve hayatını kaybeder. Bugün onlar anısına yapılan anıt, turistlere bu acı olayları hatırlatır. Diğer bir önemli yapı Palacio Nacional, yani Hükümet Sarayı. Önceleri binanm yerinde Azteklerin aşırı dindar kralı II. Moctezuma’nm sarayı varmış. İspanyol istilacı General Cortez, Aztek Kralı Moctezuma’nm sarayının yerine kendisine önce bir kale, sonra da saray yaptırmış (1521-1530). Bu bina 1562’de İspanyol Kraliyeti tarafından Cortez Ailesi’nden satın alınmış ve 1820’lerde MeksikalIların bağımsızlıklarını kazanmasına kadar da İspanyol Kraliyetinin atadığı valilere hizmet etmiş. Binanın ön cephesinin uzunluğu 200 metre ve Hidalgo adlı papazın, İspanyollara karşı başlattığı isyanın başlama işaretini verdiği orijinal çanı cephede görüyoruz. Binaya girişte merdivenleri çıkınca sizi ilk karşılayan, Frida Kahlo’nun kocası ressam Diego Rivera tarafından yapılan duvar resimleri oluyor. Duvar resimlerinde 1521’den 1930’lara kadar Azteklerden, İspanyollara, Fransızlara ve sonradan onlara başkaldırıya kadar tüm Meksika tarihi resmedilmiş. Meksika tarihinin önemli şahsiyetleri olan kral Moctezuma, Zapatista, Hidalgo, Juares Benito gibiler yanında Meksika’yı sömürgeleştiren İspanyol Cortez, Kari Marx, Leon Troçki gibi dünya şahsiyetlerinin çoğu duvarlara resmedilmiş. Aztek efsanesi olan ağzında yılanla kartal da var bu resimlerde. Diego bu resimleri 1929-1935 yılları arasında yapmış. Adeta bir müze gezisi gibi bakmaya, incelemeye, görüntülemeye doyamıyorsunuz.

Mexico City’de dünyanın önemli müzeleri arasında yer alan Milli Antropoloji Müzesi’ni de mutlaka ziyaret etmek gerekiyor. Bünyesinde Aztek Güneş Taşı ve l6’ncı yüzyıl Aztek Xochiplli heykelciğini barındırmasıyla ünlü. Girişteki canlandırmada Texcos Gölü’nün tam ortasına ada üzerine kurulmuş başkentin 90 derecelik açılardan 4 yöne nasıl yayıldığını görürüz. Bu müzeyi gezmek Meksika tarihi hakkında onlarca kitap okumaya bedel. Gördüğünüz her eser sizi büyüler. İspanyolların hışmından kurtulmuş hâzineyi gördüğünüzde sevinir, yapılan katliamı görünce üzülürsünüz.

Mexico City’de OsmanlI’nın izini görmek de olası. Meksika, 1810 yılında İspanya’dan bağımsızlığını kazanır. 1910 yılında bağımsızlığın ıoo’üncü yıl kutlamaları sırasında Osmanlı İmparatoru Sultan Reşat (Beşinci Mehmed) bir jest yaparak, sarayda atıl durumdaki bir saati tamir ettirip İznik çinileriyle kaplatır ve hediye olarak gönderir. Bugün Bolivar Meydam’nda bulunan bu saat, inanın hâlâ tıkır tıkır çalışıyor.

Teotihuacan

Mexico City’nin 40 kilometre kuzeyindeki bu bölge, Orta Amerika’nın Giza’sı olarak anılıyor. Teotihuacan, M.Ö. 100 ile M.S. 650 yılları arasında var olmuş ve M.S 300 yıllarında zirveye çıkmış bir kent. Aztekler çoktan terk edilmiş bu bölgeden geçerken piramitleri görmüş ve buraya “tanrıların yaratıldığı yer” anlamına gelen “Teotihucan” adını vermişler. Teotihuacan’daki tüm yapılar “Calzada de los Muertos” (Ölüler Yolu) olarak adlandırılan dört kilometrelik bu yol üzerinde. Yolun bir ucunda Ay Piramidi, ortada Güneş Piramidi yer alıyor. Ay Piramidi’nin çevresinde rahiplerin yaşadığı saraylar, kutsal tüylü yılan ve yağmur tanrılarına adanmış iki mabet bulunuyor. Güneş Piramidi adını düzlem ve açılarının tamamen güneş hareketine göre düzenlenmiş olmasından alıyor. Köşeleri ekinoksu gösteriyor. Yani gün ve gece eşit olduğunda gölge oluşmuyor; ayrıca “Pleiadas Takım Yıldız” hesaplaması da dikkate alınmış. Maya tapmaklarında da aynı hesaplamaların yapıldığını biliyoruz. Güneş Tapmağı 68 metre, yani 222 basamak. Zorlansanız da mutlaka en tepeye kadar çılan. Tepeden göreceğiniz manzara sizi yıllar öncesine götürür… Karşınızda duran 45 metre yükseldiğindeki Ay Piramidi de size uzaktan selam gönderir. Yukarıdaki sessiz ortam, aşağıya indiğinizde yerini hediyelik eşyacıların etrafınızı çevirmeleriyle yerini günümüz gerçeğine bırakır. Mabetler arasına açılmış tezgahlarda ilginç hediyelilder bulabilirsiniz. Ben deri üzerine işlenmiş çok güzel bir Aztek savaşçısı aldım. Bölgeden çıkan objeler, Mexico Milli Antropoloji Müzesi’nde sergileniyor.

Frida Kahlo Müzesi

Mexico City’e kadar gelip de ünlü ressam Frida ICahlo’nun müze evini ziyaret etmeden dönmek olmaz. Kahlo 1907’de bu evde doğar ve 1954’te yine bu evde vefat eder. Mexico City’nin Coyoacan semtinde duvarlarının rengi olan kobalt mavisi nedeniyle “Casa Azul” adı verilen bu müze evi, bugün ayda yaklaşık 25 bin kişi ziyaret ederek ünlü ressamın dünyasına tanıklık ediyor. Kullandığı aksesuarlar, evin dekorasyonu, elbiseleri, eşarpları, eşyaları ressamın bohem stilini yansıtıyor ve yaşamına dair ipuçları veriyor. Kahlo’nun hayatı, 1925 yılında bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucunda trenin demir çubuklarından birinin sol kalçasından girmesiyle değişir. Ufak yaşlarda geçirdiği çocuk felcinin sonuçlarını henüz atlatamadan üzerine bir de bu kazanın eklenmesi onun tüm hayatı boyunca korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçecek günlerinin başlangıcı olur. Tam 32 ameliyat geçirir. Yeniden yürüyeceği güne kadar bu evde azmiyle sağlık sorunlarının üstesinden gelmeye çalışmıştır. İlk olarak yatağının bulunduğu odanın tavanına yerleştirilen ayna sayesinde resim yapmaya başlar. Kolay değil aylarca korse takarak yatağa bağlı kalmak… 1929 yılında hayatının aşla ressam Diego Rivera’yla evlenince bu evden ve ailesinden ayrılır. Ancak 10 yıl sonra, 1939’da boşanınca eve geri döner ve 1940 yılında yeniden Diego’yla evlenince hep beraber bu evde yaşamaya başlarlar. Evin en ünlü konuğu hiç şüphesiz bir aralar burada kalan Kızıl Ordu kurucusu Lev Troçki’dir. Onun eşiyle kaldığı adeta penceresiz sayılacak oda, bir insanın ölümü hep ensesinde hissetmesinin ne demek olduğunu çok iyi anlatıyor. Frida ile yaşadığının ortaya çıkması üzerine, Troçkiler buradan başka eve taşınırlar ve Troçki yeni evinde öldürülür. Frida ve Diego aralıksız tam 14 yıl boyunca, Frida 1954’de ölene kadar burada yaşar. Frida’nın ölümünden dört yıl sonra Diego evi bir müzeye dönüştürür. Müze evi hakkını vererek gezmek isterseniz en az iki-üç saatinizi ayırmanız gerekir. Bahçeye çıktığınızda aşkın, acının, tutkunun kadınına bu kadar yalan olmanın, kısa süreli de olsa onun dünyasında bulunmanın keyfini yaşıyorsunuz. Unutmadan yazayım, içerde fotoğraf çekmek yasak.

Mariachi Müziği

Mexico City sokaklarında dolaşırken sık sık Mariachi müzik gruplarına rastlanır. Özellikle Garibaldi Meydanı’nda turist yolu gözlerler. Yaptıkları halk müzik çok özgündür ve Unesco Somut Olmayan Miras Listesi’nde yer alır. Mariachiler aslında Fransızların Meksika’yı yönettikleri dönemde ortaya çıkan, düğünlerde, davetlerde çalan orkestralarmış. Zamanla büyük şapkaları (sombrero), işlemeli ceketleri veya pançoları, uzun sivri burun ve topuklu ayakkabıları ile sokakların özgün tarzlı müzisyenlerine dönüşmüşler. İyi ki de öyle olmuş…

Agave Kaktüsü ve Lav Taşı

Meksika’ya gelip de obsidyen taşından yapılmış bir hediye almadan dönenimiz yok gibidir. Mexico City yakınında turistlere satış yapan atölyeler günün her saati müşteri bekler. Lav taşları Meksika’nın başkenti Mexico City’nin 70 kilometre güneydoğusundaki Popocatepetl yanardağının lavlarından elde edilir. Rehberler atölyelerin sunum yerinde öncelikle agave adlı kaktüsü anlatır. Mısır’da papirüs ne kadar önemliyse, burada da agave öyledir. Yedi yaşma gelen agave bitkisinin çiçeği çıkmadan tam ortasındaki yaprağı kesilir. Ortasında biriken sıvı yaklaşık bir litre civarındadır. Bu alındıktan sonra 24 saat içinde aynı miktar sıvı toplanır. Bu işlem yaklaşık 20 gün devam eder. Toplanan sıvıdan şampuan veya krem yapılır, agave yapraklarıysa parşömen kağıdı olarak kullanılır. Yaprakları kaynatılıp damıtılarak tekila, kökü damıtılarak mezcal denilen yüksek alkollü içki elde edilir.

Bu atölyelerin bahçelerinde kaktüsün yanı sıra yığınlar halinde siyah renkli taşları görürsünüz. Bu taşlarla obsediyen bazlı hediyelik süs eşyaları yapılır. Atölyelerin sunum merkezlerinde bu objeler turistlere tanıtılırken, sözünü ettiğimiz tekila veya likör ikramı yapılır. Tasco Bölgesi’nden çıkarılan gümüşler ve altınlar obsidiyen taşlarıyla birleştirilip daha pahalı süs eşyaları olarak bütçe durumunuza göre sizlere sunulur. Ayrıca keseniz el veriyorsa yeşil Aztek masklarından da dekoratif olarak kullanmak üzere satın alabilirsiniz.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir