Sevgi ve Paylaşım

Sevgi ve Paylaşım

Stresin nedenleri araştırıldığında, karşımıza “sevgi” diye sihirli bir kelime çıkıyor.

“Neden sevgi bu kadar etkili?” diye bir soru geliyor aklımıza.

Stresin nedenlerini araştırdığımızda şu ana başlıklarla karşılaşıyoruz:

1. Sevgiden yoksun ortamlar

2. Sevgiyi kalbinde hissetmeyen insanlar

3. İnsan faktörünün önemini özümsememiş insanlar

4. Bireysel sorunlarını çevresine, işine yansıtan insanlar

5. Yaşamın güzelliklerini görmeyecek kadar kör olan insanlar

6. Sorumluluklarının farkında olmayan insanlar

7. Zaaflarına yenilen insanlar

8. Hobilerini kontrol edemeyen insanlar

9. Paylaşım duygusunu hissetmeyen insanlar

10. Duygusal zekâlarının farkında olmayan insanlar

Bu satırları okuyunca, insanın zaaflarına yenilen ve insan faktörünün önemini özümseyemeyen problem insanlar aklımıza geliyor. Zaten streste problem insanların yarattıkları olaylar sonucu yaşanmıyor mu? İnsan önce kendini engelleyen problemleri görmelidir; ancak ne yazık ki insanı en çok engelleyen kendisidir ve yine çok enteresan olan insanın kendisini engellediğinin farkında olmamasıdır.

Sevgi ve Paylaşım

Stres yaşamanın yaşatmak kadar önemli olduğunu, stres yaşatan insan sayısını azalttığını öğrendiğim zaman çok sevindim. Eğer insanlar sevgi dünyalarını ön plana alarak duygusal zekâlarını (EQ) kullanarak hareket etseler, strese neden olmayacak ve stres nedeni olayları daha mantıklı ölçülerde değerlendirerek çözme şansını elde edecekler.

İnsanın sevdikleriyle var olduğunu hissetmesi ve sevdikleriyle sevgileri paylaşması kadar güzel bir şey var mı hayatta..?

İnsan faktörü

Dünyanın üzerinde hassasiyetle durduğu konuların başında insan faktörünün geldiği, farkında olmayan ülkelerde ise daha çok problemler yaşandığı bilinmektedir. Çünkü bireysel sorunlar toplumsal sorunlara dönüşerek içinden çıkılmaz bir duruma gelmektedir.

Gelişmiş ülkelerin, özellikle yaratıcılık gibi niteliklere sahip insanlar yetiştirerek topluma kazandırma çalışmaları ön plandadır. Çünkü bir toplumun temelinin güçlü insan faktörüne dayandığını çok iyi bilmekte ve bu konuda asla taviz vermemektedirler.

Yapılanlar “sevgiye dayalı bir anlayışın içerisine, yaşam kalitesini yükseltecek eğitimle, yaratıcılıktan teknolojiye kadar her aşamada gerekli olan bütün özellikler kazandırılmalıdır” ilkesiyle hareket edilir. İnsan eğitimi bir tabu gibi vazgeçilmez prensipler içerir; çünkü temelinde insana huzur sağlayacak ve yaşam kalitesini yükseltecek gerekli koşullar sağlanmadıkça, sorunlar kaçınılmaz olarak karşımıza çıkacaktır.

Hareketlerimizi içsel duygularımız yönlendirir ve düşüncelerimiz doğrultusunda hareket ederiz. Hayata bakış açımız, sevgi paylaşım değerleri açısından önemlidir. Vereceğimiz bütün kararlar bizi tanımlayan doğrularımızla bütünleşir.

Gelişim konusunda dışarıdan yardım almak zorunda olan insanın kendi başına bırakılması ya da gerektiği gibi eğitilememesi, kişisel kapasitenin seviyesi konusunda pek de iyi şeyler düşündürmez. Burada önemli olan, kültürel seviyeden yaşam kalitesinin sağlık, refah, huzur, teknoloji gibi her aşamasında mutlak değer ölçülerine ulaşarak, yaşam standartlarını yükseltmek tek hedef olmalıdır.

Yeraltı kaynakları açısında dünyanın zengin bölgesi Afrika ülkelerindeki yaşam standartları nedeniyle insanları içinde bulundukları ve açlıkla mücadele çabaları hiç kimse gibi bizi de sevindirmediği gibi üzülürüz; ama sadece üzülmekle kalırız, çünkü bir insanın durumunu kendisinden başka kimse gerektiği kadar belirleyemez. Bir insana kendisinden başka kimse yeterli oranda yardım edemez.

Gözlemcilere göre bir toplumun seviyesini elbette ki o bölgenin verimliliği kadar, insanlarının yaratıcılıkları ve çalışkanlıkları belirler. Ancak bölge nüfusunun sağlıklı kalkınması için nüfus artışının da önemli olduğu belirtilmektedir.

Acımasızlığa rağmen

Yaşam bazen acımasız bir şekilde bize merhaba der. Eğer “kendimiz için ne yapmalıyız?” diye düşünerek doğru kararlar alamazsak, yaşam bizi hiç de hoş karşılamıyor. Sen ne yaptın diye soğuk bir rüzgâr gibi karşımıza çıkarak, bizi sarsıyor ve yapmadıklarımızın acısını çıkartırcasına vicdanımızı sızlatan stresle baş başa bırakıyor.

Tavrımız sadece içimizdeki duygular olarak kalmayıp yakın çevremizdeki insanları da etkiler, dolayısıyla çevremize verdiklerimizden sorumluyuz. Bir şairi bir ozanı düşünün, adı geçtiğinde iyi şeyler düşünür, şiirlerinin hayallerimizde yaşattıkları pozitif güzellikleri hissederiz. Mevlâna aklımıza geldikçe içimizden iyi şeyler geçer, kendimizi söylediği güzel sözlere göre yönlendirmeye çalışırız, çünkü ruhumuz söylediği güzel sözleri kendisine idol almıştır ve öyle olmaya çalışmanın mutluluğunu hissederiz. Semazenlerin kendi etraflarındaki dönüşü bizi yükseklere çıkarır ve ilahi duygularla farklı dünyaları hissederiz.

Otoriteler sevginin yaşam için çok önemli bir duygu olduğunu belirtiyorlar. Sevginin olduğu yerde; huzur, mutluluk, başarı ve güzellikler olduğunu ısrarla vurguluyor ve devam ediyorlar, sevginin sadece bunlarla kalmayıp insana verimlilik, yaratıcılık gibi özellikler kazandırdığını, sevgiye dayalı paylaşımın insanlara kazandırdığı mutluluğun stres oluşumunu engellediğini belirtiyorlar.

Hayallerin mimarı

Hayatta herkesin bir hikâyesi vardır ve küçük zaferleri.

Başarmak bütün insanları mutlu kılan bir duygudur. Her konuda, iş yaşamında, özellikle aile hayatında, çocukluk çağlarında, gençlik yıllarında, öğrencilik yıllarında başarı eşittir mutluluktur.

Ancak başarı sürprizi asla kabul etmiyor.

Başarının formülü “çalışmak, çalışmak çok çalışmaktır” prensibi içerisinde zaman zaman bunaldığımı hissetsem de, çalışmanın getirdiği pozitif değerlerin keyfini yaşamaktan mutluluk duyduğum günler çok heyecan vericidir.

Stresle ilk tanıştığım öğrencilik yıllarımda zorlansam da, heyecanlı ve sevgiyle dolu dolu geçen o günler öyle unutulur cinsten değildi. Aradan yıllar geçti, yaşamın her aşamasındaki teknoloji hayatımızı kolaylaştırdıkça, birçok sorumluluğu ve ardından stresi de beraberinde getirdi. Kendimizi ister istemez stresin içinde bulduk.

Belki de bu yüzden geçmişi düşününce tüm yokluklara rağmen; daha mutlu, daha kardeş, daha komşu, daha canlı ve mutluyduk. Mektuptuk, postacıydık, ebeydik, sobeydik, sobaydık kestane kokusu kızarmış ekmek kokusuna karışırdı…

Şimdi kocaman şehirler, kocaman evler, kocaman ulaşımlar, görkemli iletişim, her yerde teknoloji ve daha çok çalışmak.

Bu da daha fazla stres demek. Ancak her şeye rağmen konu başarının ardında huzursa stres, evet…

Her dönemin tek ilacı, tek çaresi…

Tıpkı bir bebeği büyütmenin gerçeği gibi.

• Anne sütü

• Sevgi

Başarının içsel dünyası

İçindeki başarmak hırsına engel olamıyordu. Sadece başardığı zaman mutlu olacağını, başka bir alternatifi olmadığını düşünüyordu. Ne olursa olsun mutlaka başarılı olmak isteği tek hedefiydi.

Başarıya öylesine susamıştı ki, başarı uğruna yapacağı her şey mubahtı ve kazanmak adına yapılması gereken hiçbir şeyden çekinmeyecekti. Hedefine ulaştığı zaman başarıyı yakalamış olacak ve mutlu olacaktı. Çünkü başarmak onun için hayatın anlamıydı.

Belki de içinde bulunduğu şartlar onu zorluyordu. Bütün tabuları yıkacaktı. Aç bir kurt gibi kendini kanıtlama mutluluğunu özlüyordu. Bırakın başarıyı yakalamamayı düşünde bile başarısızlığa tahammülü yoktu, bu duygu ruhunu öylesine sarmalamıştı ki, başarı onun için hava gibi su gibi bir şeydi.

Yemek yemek de bir şey miydi? Başkaları açken hayatın ne önemi vardı ki? Hiç bir değer insan kadar kutsal değildi. Hiç bir şey başarıyı yakalamak kadar heyecan verici değildi.

Okyanusları aşacak, tek başına Everest’e tırmanacak, Alplerde kayak yapacak, New York Özgürlük Anıtı’yla boy ölçüşecek, bir başkumandan edasıyla zaferler kazanacaktı.

Evet, sonunda başardı.

O renklerin, dinlerin, dillerin ortak karışımı.

Amerika’da bir Afrikalı.

Sevgi insanın yaşadığı en yüce değerdir. Hiçbir şey sevginin yerini dolduramaz. Sevgisiz yaşam sıradan, amaçsız ve hiçbir değeri önemsemeyen, içinde mevsimlerin olmadığı çorak bir yaşam gibidir. Her şeyden önce Tanrı’nın yarattığı güzelliklerden yoksun bir yaşam demektir, varlığı ise insana insan olduğunu hissettirir. Sevgi felsefesi konusunda dünyada birçok düşünür vardır; ancak insanın hafızasında iz bırakan düşünür sayısı bir elin parmakları kadardır. Bunların içinde hatırlayabildiğim kadarıyla Buda, Gandi, Rahibe Tere-sa, Victor Hugo bir kaçıdır. Mevlâna ise apayrı bir kategoride değerlendirilen bir düşünürdür. Sözleri ezberlenen, söyledikleri örnek alınan ve mutluluğun hissedilmesine neden olan semazen dönüşleriyle sevginin ilahi gücüne ulaşan Mevlâna, son yıllarda dünyada adından en çok söz edilen, şiirsel yazılarıyla en çok konuşulan düşünürlerin başında gelmektedir. Birçok ülkede semazen gösterileri düzenlenip, hoşgörü felsefesi yaşanmaya başlanmıştır.

Mevlâna ve Şems-i Tebrizi

Çök iyi dost olan Mevlâna ile Şems-i Tebrizi sık sık bir araya gelip sohbet ederlermiş. Birbirlerinin hayata bakışlarından ve insan sevgilerinden etkilenen şair, yazar ve hoşgörü felsefisti iki düşünür, insanlık için çok anlamlı ve düşündürücü eserler bırakmışlardır. Birbirlerinin ruhlarını anlamaları ve ne düşündüklerini hissetmeleri onları yalnızca çok iyi iki arkadaş olmalarıyla kalmayıp, insanlığa verdikleri mesajlarla insanlığın çok yüce bir değer olduğunu anlatmaya çalışmışlardır.

Bütün yapıtlarında sevgi, hoşgörü ve insan olmanın yüce erdemi vardır ve onların felsefesi insanı hayata bağladığı gibi, kötülüklerden arınmış bir ruh yapısına kavuşturmaktan yanadır.

Sevginin insan ruhunun en önemli ihtiyacı olduğunu, sevgiyle süren yaşamın çok daha pozitif değerler taşıdığını ve hayatın gerçek anlamına ulaşıldığını önce kendileri yaşamışlar ve bu duygularını çok nazik, ince anlamlı dizelerle dile getirmişlerdir.

Yine bir gün bir araya gelen Mevlâna ile Şems-i Tebrizi sohbet ediyorlarmış. Sevgiyi ruhunda hisseden Mevlâna sevgiyi ve aşkı anlatırken şunları söylemiş: “Kimin aşka meyli yoksa vah ona, kanatsız kuş gibidir.” Ve adından şöyle devam etmiş: “İnsanın en yüce duygusu olan sevgi insanın koruyucusudur. Sevgi insanı kötülüklerden sakınan, yardımı ise kalbinde hisseden ruh yapısına sahip olmaktır.”

Mevlâna’nın bu sözlerinden çok etkilenen Şems-i Tebrizi şunları söylemiş:

Zeynep’in başarısı

Artvin Yusufeli Kthçkaya (Ersis) köyünde doğan Zeynep, ilkokuldayken annesi aniden hastalanır ve köyde doktor olmadığından annesinin hastalığının ne olduğu öğrenilemeden annesini kaybeder.

Zeynep köylerinde annesini tedavi edecek bir doktor olmamasına çok içerler. Eğer bir doktor olsaydı annem ölmeyecekti diye düşünür ve daha ilkokul yıllarında doktor olmaya karar verir, ancak ilkokulu başarıyla bitirmesine rağmen maddi durumu iyi olmadığı için babası Zeynep’i okuldan alır.

Zeynep bu habere çok üzülür, ama yapacağı bir şey yoktur. İçindeki doktor olma aşkını bir türlü unutmayan Zeynep, uğradığı hayal kırıklığı karşısında günlerce ağlar.

Erkek kardeşi olmadığı için yaz geldiğinde babası Zeynep’i tarlaya götürür. Çünkü babasının bir yardımcıya ihtiyacı vardır. Zeynep daha küçüktür, ama yaz sıcağında ekin biçen babasının terini siler, su vererek babasına yardım eder.

Zeynep doktor olmak isteğini bir türlü içinden atamaz.

Bir sabah Zeynep babasıyla tarlaya gitmek için hazırlık yaparken kapı çalar. Kapıyı Zeynep açar ve öğretmenini görür, çok sevinir, öğretmen Zeynep’e babasını sorar. Zeynep babasına öğretmenin geldiği söyler. Baba kapıya gelir öğretmen:

“Hayırsever bir iş adamının başarılı iki öğrenciye burs vermek istediğini” söyler. Zeynep’in babası şaşkın ve kararsız gözlerle öğretmenin yüzüne bakar. Aradan günler geçer, hayırsever iş adamı sayesinde Zeyep okula başlama hazırlıkları yapar, ancak yatılı bölge okulunun bulunduğu mevki Zeynep’in evine uzaktır. Arada küçük bir tepe vardır. Kışın kar yağdığında ulaşım zor olmaktadır.

Zeynep okuluna köyünden arkadaşlarıyla birlikte yaklaşık bir saatlik yolu yürüyerek gider gelir. Yağmur çamur, kış gelince yerini kara ve soğuğa bırakır. Karlara bata çıka okula gitmeye çalışan Zeynep zor günlere rağmen okulu hiç aksatmaz. Ardından lise ve derken Zeynep İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanarak İstanbul’a gelir.

Zeynep çok sevinçlidir, annesine verdiği sözü tutacak ve kendini fakir insanlara adayacaktır. Amacı tıp fakültesini bitirdikten sonra köyüne dönmek, köyü ve yakın çevresi köylerdeki hasta insanlara yardım etmektir.

Zeynep Fatih’te bir öğrenci yurdunda kalır. İstanbul’un büyülü atmosferi ve şaşalı ambiyansından etkilense de kafasında çizdiği hedefinde hiç bir değişiklik olmamış, aksine neden ülkemin her yeri böyle değil diye hayıflanmıştır.

Zeynep çok başarılı bir öğrencidir. Fakülteyi birincilikle bitirir, ardından iç hastalıkları ihtisası yaptıktan sonra köyüne döner.

Zeynep hemen işe koyulur ve evinin bir odasını muayenehane olarak kullanmaya başlar.

Aklı annesine verdiği sözü tutmanın heyecanındadır. Her sabah gelen insanları muayene ederken annesini tedavi ettiği duygusunu yaşar.

Bir sabah haber gelir. Eğitimini üstlendikten sonra hiç görmediği iş adamının yaşlandığını ve ömrünün kalan kısmını geçirmek için köye geldiğini öğrenince çok heyecanlanır ve hemen görmeye gider. Zeynep’i karşısında gören iş adamı çok sevinir ve şöyle der:

“Seni hep takip ettim. Başarılı olman beni çok duygulandırdı. Hele köyüne dönerek böyle bir hizmette bulunman gözlerimi yaşarttı. Bende bundan sonra köyümde yaşamak istiyorum.”

Zeynep eğitimini üstlenerek kendisini destekleyen iş adamının söylediklerine çok sevinir. İş adamının elini öptükten sonra evine dönerken, gözlerinden süzülen iki damla yaşa mani olmaz, ama hayallerini gerçekleştirdiği için artık mutludur.




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir