Burçin Terzioğlu Poyraz Karayel

Burçin Terzioğlu Poyraz Karayel

Güzel olmanın ekrana çıkmak için yeterli görüldüğü bir dönemdeyiz ve o önce hep yeteneğiyle anılıyor. Güzel olmadığı için mi? Asla! Fakat yeteneği öyle etkili ki güzelliğini konuşmaya gerek kalmıyor. \Poyraz Karayel dizisiyle ekrana dönen Burçin Terzioğlu ile son bir senede yeniden şekillenen hayatını konuştuk…

‘EZEL’DE CANLANDIRDIĞI KARAKTERE ÖYLE BİR HAYAT VERMİŞTİ Kİ; BURÇİN TERZİOĞLU’NU AĞLATMALARI İÇİN SENARİSTLERE MESAJLAR YAĞIYORDU.

Burçin Terzioğlu

Dev bir kadroyla birlikte ekran karşısına geçtiği bu diziden önce de sonra da çok fazla iş yaptı. ‘Perihan Abla’dan ‘Mahallenin Muhtarları’na, ‘Yılan Hikayesi’nden ‘Aliye’ye, ‘Fırtına’dan ‘Kadın İsterse’ ve ‘Merhamet’e kadar pek çok yapımda oynadı, karakterlere can verdi. 1985 yılında, henüz beş yaşındayken başladığı kariyerinde 20 yılı devirdi. “Oyunculuk dışında bildiğim başka bir mesleğim yok. Başka bir şey üzerine eğitim alıp, alternatif olarak seçmedim bu dalı. Ben onun içine doğdum, çok yıllar önce tanıştım kamerayla, okuldan çok setlerde zaman geçirdim. Pi sayısından daha kıymetliydi set matematiği benim için” diyor. Şimdi İlker Kaleli’yle birlikte ‘Poyraz Kaı ayel’de Ayşegül olarak kariyerine devam ediyor. Özel hayatında son bir senesi biraz zor, dikenli geçiyor. Yedi yıldır evli olduğu Murat Yıldırım’la yollarını ayıran, annesini kaybeden Terzioğlu yaşadığı son bir yılda renk değiştirdiğini, bulutların gözlerine oturmasına izin verdiğini sonra da güneşle yaşlarını kuruttuğunu söylüyor.

Ve ekliyor “Bir de ben olmayı, bana ait olmayı hatırladım. Biraz içime döndüm. Kendime huzurlu ve kabullenmiş bir dünya kurmaya çalıştım..Terzioğlu özel hayatıyla ve yeniden evlenmekle ilgili soruları yanıtsız bıraktı. ‘Aşk mı kariyer mi?’ dediğimizdeyse yanıtı çok net: “Kariyerimi de yaparım, aşkımı da yaşarım.” Çünkü o da kolay kolay pes edecek, vazgeçecek, hayata boyun eğecek, istemediği, inanmadığı şeylerin yanında durabilecek bir kadına benzemiyor. Net ama duygusal, samimi ama mesafeli, hırslı ama merhametli, yetenekli ama mütevazı… Ve çok güzel. Karşınızda yeni, yepyeni Burçin Terzioğlu.

Nasıl bir dönemden geçiyorsunuz?

Yoğun ama dingin. Stabilim bu aralar. Güzergahlarım çok belli, yol değiştirmek ya da sağa çekip dinlenmek gibi bir lüksüm yok. Evim ve setim arasında akıp geçen bir yedi ay yaşadım ağustostan beri. Yaşamsal fonksiyonlarımı yerine getirmek haricinde kendim için çok bir şey yapabildiğim bir dönemde değilim. Şanslıyım ki sevdiğim bir işteyim, yorgunluğu ve bu sosyal olamama durumumu çok kafaya takmıyorum.

Hayatınız son bir sene içinde nasıl bir şekil aldı?

Son bir sene, bende şekil buldu galiba. Bana öyle geldi ya da. Başkalaşım yılımdı. Yeni bir ev, yeni bir iş, yeni bir ben. Bunlardan en öncelikli anlatacağım ‘ben’ olan şık tabii. Renk değiştirdim. Aynı bedenin altında dört mevsim geçti ruhumdan. 12 ayı işleyerek yaşadım. Rüzgarın da hakkını verdim, bulutun da. İzin verdim, gözlerime gelip oturmasına o bulutun. Sonra güneş çıktı kuruttu yaşlarımı. Ona da izin verdim. Dalgalanmalar yaşadım tabii. Su üstünde durabildiğini anlamak için denizde biraz dalga iyi oluyor. Seni diri ve uyanık tutuyor kopacak başka büyük fırtınalara karşı. İlginç bir süreçti aslında. Durup değişimimi izleyebileceğim bir dış gözümün açıldığını gördüm. Ağzımdan çıkan her şeyin etkisinin önemini duydum. Bu değişimimin en büyük etkisi verdiğim kayıptı. Annem yanımdan ayrıldığı gün büyümeye başladığımı hissettim. Kadınlığa terfi ettim, her annesini kaybeden kız çocuğu gibi. Zordu. Ölümle de tanıştım. Terbiyelendim. Varlığımızın hiçliğine boyun eğdim o kaybedişle. Büyük konuşmamayı, küçük düşünmemeyi öğrenmeye başladım. Boşandım. Bir de ben olmayı, bana ait olmayı hatırladım. Biraz içime döndüm. Kendime huzurlu ve kabullenmiş bir dünya kurmaya çalıştım.

Hatalarınızla barıştınız mı?

Hatanın sözlük anlamının, kişinin, durumun ve zamanın gerektirdiği gerçeklere uygun davranışı gösterememesi olarak yazıldığını düşünürsek, kime göre neye göre hata? Benim hatalarım sizin dışarıdan gördüğünüz ya da hata diye yorumladığınız şey olmayabilir. Ya da hata sanılan şeylerin sonuçlarını yaşayınca bir ödül olduğu anlaşılabilir gelecekte. Arkama dönüp baktığımda keşke yapmasaydım dediğim hiçbir şey yok. Yaptıklarımdan doğan sonuçlar tamamen bana bir öğreti için verilmiş gibi hissediyorum. ‘İyi ki böyle olmuş’ dediğim o kadar çok şey var ki… Yapılan küçük yanlışlar aşı gibi aslında, seni daha büyük mikroplardan korumak için vücuda mikrop salıyorlar. Bağışıklık sistemi uyarılıyor. Ve savaşı öğreniyor bünyen. İşte o küçük yanlışları iyi ki yapmışım ki daha büyük yanlışlara beynim ve kalbim çok gardlı. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğretiyor bu insana. Barışığım yaptığım küçük hatalarımla. Onlardan aldığım dersler hayattaki en büyük kazanımlarım.

Zamanın size öğrettiği en kıymetli şey ne?

Zamanı karşıma oturtsam ve dinlesem bana ilk cümlesi ‘kıymetimi bil’ olurdu herhalde, sonra kesin şöyle devam ederdi: ‘Bak kızım, elindeki cebindeki her şeyi bana versen, sağlığını, sevdiğini, canını sunsan yine de durup es vermem, gelirim ve geçerim senin hayatından, ya anda kalırsın ya da anda kalmadığına yanarsın!’ Evet, biraz acımasız ama set koyamadığımız tek şey akıp giden zaman. Yani zamanın bana öğrettiği en kıymetli şey, zamanın geri dönüşsüzlüğü ve değeri.

Poyraz Karayel’i ilk okuduğunuzda karakteriniz size neler düşündürdü? Ayşegül, babasını karanlık tarafı sebebiyle reddetmiş, kendi hayatını kurmuş bir kadın. Siz onun yerinde olsaydınız aynısını yapabilir miydiniz?

‘Aferin Ayşegül’e bak be’ dedim. Böyle bir dünyada kullanabileceği birçok lüks varken, o kendi toprağım ekmiş, biçmiş. Babasının ormanında değil, kendi bahçesinde büyümeyi seçmiş. Hiç yardım almamış, ayaklarının üstünde durmuş kapı gibi. En sevdiklerini kaybetmiş, durup oturmamış, yürümüş yine de. Doktor olmuş mesela. Annesi ile kardeşinin yaşaması için canını verebilecekken, yapamamış ama başka insanların yaşamasına yardım edebilecek bir meslek seçmiş. İstanbul’un el pençe durduğu babasının karşısında hiç boyun eğmemiş, doğru bulmadığı için yaptıklarını. Seviyorum Ayşegül’ü. Omurgası var, oynarken sana da güç veren bir karakter. Ben onun yerinde olsam ne yapardım kestiremiyorum, beylik cümleler kurmayayım ama doğru olmadığına inandığım şeyin yanında yer almazdım herhalde.

Dizinin aldığı geri dönüşleri gördüğünüzde neler hissediyorsunuz?

Aylarca üzerinde çalıştığın, uykundan, yemeğinden, evinden, sevdiklerine ayıracağın zamanından ödün verip, tüm eforunu kabul ettiğin projeyle bir gönül bağı kuruyorsun, senaryodaki hayatlarla, bağlanıyorsun. Ve tabii ki gün geliyor, yaptıklarının geri dönüşünü alıyorsun. Bunlar olumlu olunca da garip bir tatmin yaşıyorsun. Yorgunluktan dizlerimin titrediği, uykusuzluktan boş boş baktığım anlarda beni ayakta tutan, sırtımı sıvazlayıp, sete koşarak gitmemi sağlayan da bu olumlu tepkiler oluyor. Bu projede yer aldığım ve iyi bir iş çıktığı için, kendimi şanslı sayıyorum. Ve şükrediyorum emeklerimiz karşılık bulduğu için.

‘Poyraz Karayel’i en iyi anlatan beş kelime hangileri?

Dokunaklı, tutkulu, renkli, gerçek, heyecanlı.

Hayatınızın ne kadarı oyunculuk?

Eşit bir dağılım var galiba. Benim oyunculuk dışında bildiğim başka bir mesleğim yok. Başka bir şey üzerine eğitim alıp, alternatif olarak seçmedim bu dalı. Ben onun içine doğdum, çok yıllar önce tanıştım kamerayla, okuldan çok setlerde zaman geçirdim. Pi sayısından daha kıymetliydi set matematiği benim için. Oyunculuk beni hiç bırakmadı, ben de onu. O bana bir şeyler verdikçe, hep karşılığını vermeye çalıştım, alışverişimize hep sadık kaldım. Yaptığım en büyük yatırımlarım mesleğimin iyi geri dönüşleri içindi. Hep severek ve saygı duyarak yaptım işimi. Şimdi kendimle oyunculuğu çok ayıramıyorum. En zor günümde ara vermedim, setime koştum. Garip bir aşk var aramızda. Hayatınım merkezinde sevgi var, sevdiklerim var, severek yaptığım işim var. Bunların hepsi, zaten ‘benim’.

Kendinizi izlerken en çok ne için kızıyorsunuz ve neden gururlanıyorsunuz?

Kendini rahat rahat izleyemeyenlerdenim.

O kadar çok eleştirecek şey buluyorum ki, çok söyleniyorum ekrandaki bana. Uzun saatlerin ve ağır sahnelerin sonunda eğer bir sahneye duygu yorgunluğundan dolayı hakkını verememişsem çok üzülüyorum mesela. Samimiyetime inandığım sahneleri çok seviyorum. Küçücük bir yapmacıklık görürsem vay halime! Televizyonu kapatmışlığım vardır. Ama bu acımasızlığımın yanı sıra yaptığımız işin duygularla yapıldığını, bir robot olmadığımızı ve günde 20 saat aynı konsantrasyonla çalışılamayacağım da kabul ediyorum. Deli değilim. Şimdiye kadar, ‘aferin Burçin’ dediğim 1-2 sahnem oldu. Ama hep daha iyisi vardır bunu unutmam. Ekran karşısında, camın arkasındaki benle gülüp, benle gözlerim doluyorsa hoşuma gidiyor. Bazen yabancılaşmak iyi geliyor.

Aşk mı, kariyer mi?

Kariyerimi de yaparım, aşkımı da yaşarım.

Bir ilişkide sizi en çok ne muüu eder?

İlişkiler de bir çeşit alışveriş bence. Duygu alışverişi. Her zaman birbirine denk olmaz hislerin gücü ama sevilmediğimi hissettiğim bir ilişkide, arkadaşlık da olsa yer bulamam kendime. Sevgiden beslenen biriyim ben. Huzur birisi ile yan yana iken önemli… Bir de beslenmek çok önemli. Birbirinin eksiğini fazlasını bölüşmek gerek, paylaşmak ve çoğalmak gerek. Çoğalmadığın, anlamadığın, anlatamadığın ikili bir ilişki çok geçici geliyor bana. Hayatın birçok engelli günü var, düştüğün, kalktığın yara aldığın. O günlerin sonunda yanında huzurlandığm bir ilişki beni mutlu eder.

Kendinizi nasıl iyileştirirsiniz?

Yalnız kalmak iyi gelir bana. Yalnızken daha rahat konuşurum daha çabuk açılırım kendime. Daha çabuk yüzleşirim, beni hasta eden şeyle. Bazı yaralar da vardır ki sevdiklerinle azalır. O zaman, dostlarının ilgisi seni geri döndürür derdinden. Bir de çok yazarım ben. Yazmak da iyileşme sürecimi hızlandırır.

İsyan eder misiniz sık sık?

Eskiden isyan ettiğim günler olmuştu, sonra her defasında daha sert bir durumla yüz yüze geldim, her acının daha büyüğü, her derdin daha koyusu varmış, öğretildim. Ben isyan etmeyi bırakalı çok oldu, onun yerine yaradanın bana uygun gördüğü şeyleri yaşayıp görmem, görüp öğrenmem ve kabul etmem gerekliliğini savunuyorum artık. Şiikretmeyi isyan etmeye tercih ediyorum. Hiçbir yakarış cümlemin evrende yüz bulduğunu görmedim.

Sizi en çok dinlendiren şey ne?

Deniz.

Herkesten farklı olarak yaptığınızı düşündüğünüz bir şey var mı?

Herkesten farklı yaptığım bir şey yok. Ne kanser hastalarını kurtaracak bir aşı buldum, ne Afrika’daki açlığa bir çare. Ne doğaüstü bir gücüm var, insanların kalbine sevgi yerleştirecek ne de doğal kaynakların bitişini durdurabilecek. Yani sıradan, büyük çoğunluk gibi, mutlu ve umutlu yaşayanlardan bir eksik veya bir fazlası olmayan biriyim.

Kararsız mı yoksa keskin misiniz?

Ben de bu iki aşamalı gelişiyor… İlki büyük kararsızlık, İkincisi keskin geri dönüşsüzlük. Varmam gereken noktaya gidene kadar çok geri dönerim, alternatifler arasında kalırım, mantığını ararım, yani çok kararsızım. Ama bir kere o raddeye geldiysem, o kararı verdiysem, konu kapanmıştır. Asla dediğimden geri dönmem, kalem kırılmış yol seçilmiştir. Aklım vitrindeki beyaz kazakta kalmaz, siyahı almışımdır zaten.

Kendiniz için en son ne yaptınız?

Hastalıktan dolayı yatarak geçirdiğim sürede bitirilmeyi bekleyen üç kitabım vardı.

Onları bitirdim, çok mutluyum, eminim onlar da mutludur. Çantamın içinde sete git gel çok yorulmuşlardı. Bir de plaklarımı dinledim.

Kolay güvenir, inanır mısınız insanlara?

Çok gençken, duygular çok diriyken kaybettiklerinizin yerine yenisi sırada beklerken daha çabuk güveniyor ve inanıyorsun. Kavramaya çalışıyorsun o yaşlarda insan tanımanın ne kadar önemli olduğunu, sonra yıllar geçiyor ve sana göz çevresinde küçük çizgiler getiriyor, birkaç beyaz tel sırıtıyor aynadan ışığı gördüğünde, onların orada oluşunun sebebini hep haürlar oluyorsun. Yaş almak iyi oluyor, çünkü yanında sana tecrübeyle geliyor. O tecrübe de artık kime teslim olup, kime olmayacağının, kime güvenip kime güvenmeyeceğin seçimini içgüdüsel bir şekilde sana kaüyor. Hala küçük yanılgılar yapıyorumdur tabii ki ama artık güvenemeyeceğim insanları yakınımdan geçirmiyorum.

Hiç unutamadığınız film repliği hangisi?

‘Babam ve Oğlum’. “Baba büyüdükçe hayallerimiz küçülüyor mu?” Hayatta yargılanmayacağınızı bilseniz neler yaparsınız?

Canice bir şey söylemek istemiyorum şiddet tamamen karşı olduğum bir şeydir ama bu aralar bu konuyla ilgili yüklüyüz ülke olarak galiba. Hayvanlara ve kadınlara şiddet uygulayanlar için çok güzel planlarım olurdu.

Diyet, spor, sağlıklı yaşam sizin için ne kadar önemli? Neler yapıyorsunuz?

Dönem dönem şımarıklığımı abartıp fazla yediysem üç ya da yedi gün detoks yaparım Tüm sistem için yararlı bir şey olduğunu gördüm.

Setten geriye kalan ve uyumakla ezber yapmaktan arttırdığım zamanlarımda spor yapıyorum. Sabahları beş dakika meditasyon yapmaya çalışıyorum, gün içinde konsantrasyonuma iyi geliyor. Sağlıklı beslenmek için her gün bana özel hazırlanan ve çok lezzetli bir yemek setim var. Her yere onunla gidiyorum ve onları tüketmeye çalışıyorum.

Çok taze bir yaramız var Özgecan Aslan… Özgecan bir ateş yaktı ve kadınlar #sendeanlat diyerek başlarına gelenleri, aldıkları önlemleri bir bir yazmaya başladı sosyal medya üzerinden…

Her gün yüzlerce katliam yaşanıyor da biz hepsini takip edemiyoruz… Katliam ve vahşet, ne kadar kanıksadı kulağımız bu kelimeleri duymaya. Her gün gazetelerde, haberlerde burun burunayız bu durumlarla. Ülke olarak cinnet geçirdiğimizi düşünüyorum. Kızına, kardeşine, oğluna, eşeğe, köpeğe, ördeğe, damacanaya tecavüz etmek… Bu kelimeler ağzımdan çıkarken ellerim terliyor, midemde bir dönme, başımda bir ağırlık oluşuyor. Aklım fikrim almıyor. Ne dinim, ne mizacım, ne insanlığım bunu kabul etmiyor. Dil tutulması yaşıyorum. Üzülmek ve ağlamak o kadar yetersiz ki. Yürüyüşler, protestolar, sosyal medyadan tepkiler… Sonuç; yine erkek çocuğu olmadı diye karısını döven erkekler, erkek olduğu için her kadından üstün olduğu anlatılan çocuklar, ‘erkektir yapar, kadındır susar’ zihniyeti… Daha organları büyümeye devam ederken beyni ve kalbi hiç gelişmemiş şerefsizler tarafından tecavüze uğrayan evlatlar…

Her genç çocuğun başına hayatında en az bir kere de olsa bir taciz hikayesi gelmiştir. Yaşananların hiçbirini unutmadık, unutmayacağız da… Beyni yerine başka uzvunu kullanan, vicdanının yerinde yeller esen mahlukatlar öğretti bize, otel odasının kapısının arkasına sandalye yaslamayı, okulda eteğimizin altına tayt giymeyi, sarılırken bedenimizi geride tutmayı ve tüm kıvraklığımızla bize bir şeyin değmesini engellemeyi. Çantamızda biber gazı taşımayı, gece gölgemizden bile korktuğumuz için evimize koşarak gitmeyi. Eteğimizin boyunun bizim namus göstergemiz olduğunu ve daha nicelerini. Özgecan ilk değil, son da olmayacak maalesef. İnsanlık olarak sözün bittiği yerdeyiz. Vicdan, merhamet tükeneli çok olmuş zaten. Yazık. Gücü yetmediği için ezilen, dövülen, taciz ve tecavüz edilen tüm insanlar ve hayvanlar… Umarım bir sabah uyanırız ve her şey değişmiş olur. Din, dil, ırk, cinsiyet ayrımı yapılmayan bir güne gözümüzü açarız.

Elle Dergisi / Aralık Sayısı




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir