Hata ve Stres

Hata ve Stres

İnsan kendisi için yapılan eleştirilerden hoşlanmayan yaratık. .. O da ne demek? Kimmiş beni eleştirebilecek insan.

Yıllarca yaptığım hatalarımı örtmeye çalıştım, hatta kendimden bile saklamaya çalıştım; ancak ikinci, üçüncü hata yapma konusunda ise çok dikkatli davranmaya özen gösterdim. Çünkü kambur kambur üstene ekleyecek ve kendime karşı olan özgüvenimi kaybedecektim. Bu korkunun yaşattığı stresi asla unutmayacağım. Bu stres beni daha sonraki yapacaklarım konusunda deneyimli ve daha dikkatli olmamı öğretti.

Hata ve Stres

Bırakın insanın kendisini eleştirmesini, aksine böyle bir şeye gerek dahi duymaz, çünkü sorumluluklarını yerine getirmemekten kaynaklanan eleştirilere tahammülü yoktur. Hiçbir eleştiriyi kabul etmediği gibi anmak dahi istemez. Bilinçaltı hatalarının farkındadır; ama nedense kendisine ünlü Osmanlı Padişahlarından Dördüncü Murat gibi davranarak ne kendisi, ne de başkaları tarafından yargılanmasına asla izin vermez.

Stresi tanımlamak isterseniz çok kolay, hata eşittir stres. Stres hata sonucu meydana gelen bir olgudur. Hata yapan kimdir? Neden hata yapmıştır? “Kasıtlı olmayanı ayırmak gerek.” “Kim ve neden hata yapmıştır?” sorusunun tek yanıtı ise insan faktörüdür. Yani sorumlulukların bilincinde olur, sorumlulukları yerine getirir, isteyerek ya da kasıtlı hata yapmazsak stres yaşamayacak mıyız? EVET. Peki, o zaman ne duruyoruz, amaçlarımızın ve çabalarımızın kendimizi yönlendirmek, eğitmek, geliştirmek konusunda olması gerekmez mi? Evet gerekir. İşte çözüm önce kendimizden başlamalıyız.

Hata ve stres birbiriyle sarmaş dolaş anlamlar içeren iki kelime. Asla yalnız olamayan, birlikte olduklarında gürültüler koparan bu iki kelime o kadar birbirlerine giriftler, ki hangisinin önde olduğunun farkına varmak bile kolay olmamaktadır, sadece bilinen birlikte seyrettikleri ve geçtikleri yerlerde kötü izler bıraktıklarıdır.

Hata ve stres teorisinde kural, hata yapan stres yaşar.

Kim hata yapıyor ben, kim stres yaşıyor yine ben o halde neden? Demek ki hata yapmazsam stres yaşamayacağım, oh ne güzel stressiz bir yaşamın kolayını buldum demektir. Yaşasın. Hadi bakalım o zaman göster kendini bırak hata yapmamayı, sadece hata yaptığının farkında ol, bu bile stres yaşamaman demektir, bu da sana birtiyo.

Eğer hata ve eksikliklerimizi kabul etmez ve yanlış olmasına rağmen her şeyin en iyisini, en doğrusunu ben bilirim iddialarında bulunursak, bilinçaltı saklı dünyamızdaki hatalarımızı depoladığımız hafızamız bir zaman sonra bizi rahatsız etmeye başlar ve içsel huzursuzluk yaşarız. İşte yaşadığımız içsel huzursuzluğun adı STRES.

Nedenlerini bulamadığımız hiçbir konu hakkında gerekli bilgi ve beceri geliştiremeyiz. Daha doğrusu, doğru karar veremez ve çözüm üretemeyiz. Böyle bir durumda problemler aysberg gibi karşımıza dikilir, istemediğimiz halde yenilgiye boyun eğmek zorunda kalır ve stresin olumsuzlukları karşısında kendimizi çaresiz hissederiz.

Daha önce yapmış olduğumuz aptalca bir davranışımızın bize yaşattığı strese karşı koymadığımız takdirde kabullenmiş oluruz. Aslında strese neden olan ve iç dünyamızı yasa boğan bu davranışın bize öğreteceği çok şey var. Aslında stresi kabul etmeden önce nedenlerini sorgulayarak, almamız gereken tedbirleri içsel dünyamızda tartıştıktan sonra çözüm önerileri geliştirmeliyiz.

Ruhsal çöküntüye neden olan davranışlar ve ortamlar:

Aile içi huzursuzluk (Anne-baba tartışmaları/kavgaları)

Çocukluktaki fobiler Çocukluktaki psikolojik baskılar Güven ve özveriden uzak bir aile atmosferi Gelişim ve yaratıcılık bilincinden yoksun ortam İnsanı yaşama bağlayan, mutluluğun hissedilmesini ve yaşanmasını sağlayan temellerin atıldığı aile ortamı, insan gelişimi ve sağlığı, karakter yapısı için çok önemlidir. Bir insanın geleceğini inşa etmek en azından 9.0 büyüklüğündeki depreme dayanıklı temeller kadar güçlü bir sistem üzerine oturtulmalıdır. Söz konusu olan bir hayattır ve o hayatın çevresine ve gelecekteki çocuklarına yansımasıdır. Ancak anne ve babaların genellikle bu bilincin farkında olmadıkları ve hayatı daha kolay yaşamayı seçmeleriyle bir insanın üstlenmesi gereken sorumlulukları yeterince üstlenmedikleri görülmektedir. Sorumluluk üstlenmeyen bir insan karar verme bilincini hissedemez, hatalarını görmez. (Onun için yaşam sıradandır.) Düzeltilmesi gereken yanlarını düzeltme gereksinimi hissedemez, insan faktörünün öneminin, özgüvenin, başarının, sanatın daha doğrusu insan olmanın değerinin ve yaşam kalitesinin bilincinin ne farkındadır ne de hayata dair EN’lerini hissedebilir.

İnsan psikolojik dünyasında hayatın acımasız fırtınalarını hissetmezse, yükselmek ve bir yere gelmek yeteneğini kazanamaz. Yeteneğin kazanılmaması demek; cesaret kavramı oluşmayacak, kendisinden kültürel, ekonomik ve psikoloji gibi özelliklere sahip insanların sahip oldukları güç ve zenginliğe asla sahip olmayacaktır. Kendi sayesinde geldiği bu duruma bir sürü bahaneler üreterek sığınan asalak insanlar suçlarını asla kabul etmezler.

Yaşamdaki en büyük zorluk bu aşamaya gelmiş insanlardan değişim beklemektir. Dolgun akan bir nehrin akışını tersine çevirmek kadar saf ve aptal bir beklentidir. Rol model olmak isteğini hissetmeden, sağlıklı düşünüp, doğru karar verme becerisi geliştirmeden ve en önemlisi kişisel gelişim konusunda olması gereken güçlere sahip olmadan hiçbir şey yapamazsınız.

Her şeye rağmen her insan gibi hepimiz iyi şeyler yapmak ve yaşamdan keyif almak istiyoruz. Bu çok doğal ve olması gereken istek, bu istekte kararlıysanız ve “bu isteğin insanın en doğal halidir” diye düşünüyorsanız, yapmanız gerekenlerden keyif almak gerektiği bilincini hissetmeliniz, yoksa düşündüklerinizi gerçekleştirmekte zorlanırsınız.

Hatanın pozitif gücü

Hatanın pozitif gücü cümlesinin şaşkınlıkla karşılanacağının farkındayım. Hatanın pozitif tarafı olur mu? Olur elbette, çöp atıklarının bile değerlendirildiğini düşünürsek, hatanın insanı insan yapan özelliğe sahip olduğunu fark etmemek Yunus’un dediği gibi hataların en büyüğü olur. Hata yapmak doğal olduğu kadar insanı eğiten bir süreçtir. Geçmişte hepimiz hata yaptık ve istemediğimiz halde nadiren de olsa hâlâ hata yapıyoruz. Eğer yaptığımız hatayı kabul etmezsek işte burada en büyük hatayı yapıyoruz demektir ki bu yaşamımızın en büyük hatasıdır. Hatasını kabul etmeyen insan gelişim gösteremeyecek, kendisini eğitemeyecek, öğrenmenin keyfini hissedemeyecek ve bir zaman sonra doğal yeteneklerini kaybetme aşamasına gelecektir.

Geçmişte yaptığımız hatalar psikolojimizi olumsuz etkileyerek bir sürü kompleks yüklenmemize neden oldu. Asıl önemlisi yaptığımız hatalar ve zararlarının neler olabileceğinin “ki kişisel gelişimime olan etkisi başta gelmektedir” farkında olmamakla ya da hatalarımızı önemsememekle ne büyük hata yaptığımızı şimdi çok daha iyi fark ediyoruz.

Önyargılarınızda vazgeçmediğiniz sürece nereye bakarsanız bakın iç dünyanızdakilerden başka bir şey göremezsiniz. Çünkü önyargılar insanın görsel ve duygusal ve zekâ algılarını (sensörlerini) kendi görüşleri dışında mühürler ve görmeniz gereken gerçekleri göremez, değişimi hissedemez hayatın anlamı olan tadının farkına varamazsınız.

Yaşam sırlarla dolu…

İnsan ve evren sırlar bütünlüğünü oluşturuyor. Bu sırlardan biri var ki insanın var olduğunu kanıtlamaktan, yaşamdaki yerinin belirlenmesine kadar olan aşamaların hepsini kapsayan içgüdüsel bir duygudur. Bu duygunun adı hırstır. Bu duygu öylesine güçlü bir duygu ki, evrendeki hiçbir yaratık ve hiçbir obje bu duyguya karşı koyamıyor.

Kökeni şiddetli istek ve arzudan oluşan bu duygunun asıl özelliği, bireysel tatminden kaynaklanmaktadır. Yani ben ve benim egosunun baskın duygusu. Hırsı hırs yapan da bu özelliğidir. Çünkü insanın en baskın duygusu BEN kelimesi etrafında toplanmasıdır.

Tarihe baktığımız zaman bunun çok ilginç örneklerini görüyoruz. Padişahlık ve Krallık öykülerinde bir hayli örnek var. Fatih Sultan Mehmed’in padişahlık uğruna kardeşini, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Mustafa’yı boğdurarak öl-dürtmesi ben duygusunun yarattığı hırs duygusunun boyutlarını anlamak için yeterlidir.

Çocukluk yıllarındaki kazara kırdığımız değerli bir vazoya annemizin göstereceği tepkinin yaşattığı korku bizi daha dikkatli olmaya yönelttiğini söyleyemeyiz. Çünkü vazoyu kırışımız kasıtlı değildir, dolayısıyla vazoyu kırışımız hoş kar-şılanmasa da, olgun davranışlarla daha dikkatli olmak gerektiği anlatılmaya çalışılmalıdır. Bu konudaki gösterilecek tepki, çocuğun beynine alacağı travmalarla kişisel gelişim evresi sağlıklı gelişemeyeceği gibi beynin yaratıcılık özelliği de hasar görür.

Çocuğun büyüme ve gelişim çağındaki iki duygu çok önemlidir. Biri sevgi, İkincisi ise güvendir. Bu iki duygunun ne yaptığını hiç düşündünüz mü? Ben söyleyeyim. Çocuk bu duyguları hissettiği zaman beynin algılama, bellek, bilinç, zekâ ve yaratıcılık beşgenindeki pozitif değerler aklını kullanma becerisini geliştirerek deha düzeyinde bir beyin yapısına sahip olur.

Sevgi ve güven duygusundan yetersiz bir ortamda büyümek insanın hayata karşı olan ilgisini azaltır, hayallerini olumsuz etkiler ve hedeflerine ulaşmak için gerekli hırsı hissedemez. Hırs insanın yaşamdaki yerini belirlemesi, kendisine bir takım hedefler koyması, özellikle uygulama aşamasında başarıyı yakalama becerisi için çok önemlidir. Hırsın diğer bir yanı ise sadece istekleri konusundaki ısrarcılığı değil yaratıcılık konusundaki kendisini “nasıl yapsam başarılı olurum” şeklinde sorgulamasıdır.

Hırsı kontrol etmek zor olmasına rağmen mutlaka kontrol altına alınması gereken duygudur. Çünkü salt şekli insana zarar verir, baskın duygularının ezici etkisi doğru düşünmeyi engeller. Eğer hırsınızı kontrol altına almak istiyorsanız hırsınıza sevgi eklemeye çalışın, hırs konusuna sevgi penceresinden bakın (Duygusal zekânızı kullanın) hırsı sadece istemek, başarmak için gösterilmesi gereken çaba yoğunluğu olarak düşünmeye çalışın. Bunu başarmak zor olsa da imkânsız değil, amaçta zoru başarmaksa o zaman mutlaka zoru deneyin ama uygulamaya sevgiyi katmayı unutmayın.

 

 

 

 

 




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir