Türkiye’nin çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunması

Türkiye’nin çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunması

ÎKLÎM değişikliğinin etkilerinin hızlanmasıyla, çevre ve biyolojik çeşitliliğin korunması da önemli gündem maddelerinden birini oluşturuyor. Coğrafi konumu itibarıyla iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkeler arasında yer alan Türkiye, emisyon azaltımı ve iklim değişikliğine uyum çabalarını sürdürüyor. 2023 sonuna kadar iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama kapasitesini artırmaya yönelik ulusal ve bölgesel uyum stratejilerini içeren planlama çalışmalarına odaklanan Türkiye, biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik çalışmalarını da sürdürüyor. 2019 sonunda tamamlanması planlanan “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi” ile Türkiye’nin biyoçeşitlilik haritası çıkarılırken, endemik, nadir ve nesli tehlike altında olan türler için tür eylem planları yapılarak bu planlar kapsamında türe koruma tedbirleri hayata geçiriliyor. 81 ilde biyokaçakçılıkla mücadele çalışmaları yaygınlaştırılıyor. Genetik kaynaklara erişim, fayda paylaşımı ile bi-yokaçakçılıkla mücadeleye yönelik mevzuat çalışması yapılıyor. 2023’e kadar iklim değişikliği ile bağlantılı olarak istilacı türler ve tarımsal patojenlerle mücadeleye yönelik eylem planları hazırlanması gündeme alınıyor. Ayrıca önümüzdeki günlerde Türkiye’nin de paydaşı olduğu iklim değişikliğine yönelik uluslararası iki yeni çağrı açılması planlanıyor.

ÇAGRIYA 2 EYLÜL’DE ÇIKILACAK

Bunlardan ilki, Avrupa Araştırma Alanı Ağı (ERA-NET) uygulama aracı olan BiodiVERsA’nın 2019 Eylül’de açacağı “Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği” çağrısı. Ön duyurusu geçtiğimiz günlerde yapılan çağrıya Türkiye’nin Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü (TAGEM) ile aralarında yer aldığı 23 ülkeden araştırma kuruluşları katılım sağlayacak. Çağrıya toplamda 23 milyon euro ile katılım olacak. Tarım ve Orman Bakanlığından alınan bilgiye göre TAGEM enstitülerinde yer alan araştırmacıların içinde bulunduğu projelerin başarılı olması durumunda kullanılmak üzere 200 bin euro çağrıya taahhüt edildi. 2019 sonu itibarıyla ise ERA-NET’in “Gıda Sistemleri ve İklim konusunda” benzer bir çağrıya çıkması planlanıyor. TAFEM, ERA-NET ve BiodiVErsA gibi aktif dokuz ağın içinde yer alırken, bu şekilde açılmış çağrılarda başarılı olmuş 49 proje bulunuyor.

BiodiVERsA çağrısının iklim değişikliğinin biyoçeşitlilik ve doğanın insanlara katkısı üzerindeki sonuçları, iklim-biyoçeşitlilik geri bildirim süreçleri, iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması ve adaptasyonu için doğa-temelli çözüm potansiyeli, biyoçeşitlilik, iklim ve diğer sektör politikaları arasındaki sinerji, değişimler ve değişim unsurlarının rolü olmak üzere dört ana teması bulunuyor. Çağrının 2 Eylül 2019’da açılması ve 10 Nisan 2020’de kapanması planlanıyor. 5 Kasım 2019 tarihine kadar ön tekliflerin sunulması zorunlu tutuluyor.

Bilimsel ekipler, çağrıya katılan en az üç ülkeden ve en az üç farklı katılımcı kuruluş tarafından desteklenecek şekilde konsorsiyumlarını oluşturacak. Çağrıya toplamda 23 milyon curo ile katılan ülkeler Avusturya, Belçika, Brezilya (Sao Paulo Eyaleti), Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Almanya, İrlanda, İsrail, Litvanya, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Güney Afrika, İspanya, İsveç, İsviçre ve Türkiye.

ZENGİN BİR EKOSİSTEM

Şimdi de Türkiye’nin sahip olduğu biyolojik çeşitliliğe göz atıyoruz. Dünyada sekiz biyo-coğrafik bölge yer alıyor. Bu bölgelerden üçü Akdeniz, Avrupa-Sibirya ve İran-Turan bölgeleri Türkiye’de bulunuyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan alman bilgiye göre, her biyocoğrafik bölge kendine has eşsiz eko-sistemler barındırıyor. Türkiye, kıtalar arasında köprü durumunda olması nedeniyle iklim ve coğrafi özellikler kısa mesafelerde değişiyor. Bunun sonucu olarak Türkiye, ev sahipliği yaptığı orman, dağ, bozkır, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemleri, bunların farklı biçimleri ve kombinasyonları ile biyolojik çeşitlilik bakımından küçük bir kıta özelliği taşıması sebebiyle zengin ekosistem, habitat ve tür çeşitliliğini barındırıyor.

Türkiye’nin fauna çeşitliliği, ılıman kuşak ülkeleriyle kıyaslanacak ölçüde zengin. Çoğu böceklerden oluşan omurgasızlar, 60 bin-80 bin tür sayısı ile en çok türe sahip olan canlı grubu. Türkiye’de böceklerin bir alt sınıfı olan Fteıygote (kanatlı böcekler) altında 18 ordoda 22 bin 125 tanımlı tür bulunuyor. Bugüne kadar belirlenen toplam omurgalı türü sayısı bin 500 civarında. 236 iç su balığı, 463 kuş türü, 33 amfibi türü, 170 memeli türü ve 131 sürüngen türü bulunuyor. Damarlı bitkiler ise Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi kapsamında yapılan çalışmalar ile 11 bin 815 takson sayısına ulaştı. Türkiye’nin, bitki türlerinin çeşitliliği bakımından dünyanın en zengin ülkelerinden biri.

Tarım ve Orman Bakanlığından alınan bilgiye göre, tam anlamıyla biyolojik çeşitliliğin eski dönemlerden bugüne Anadolu’da değişimini gösteren bir çalışma bulunmuyor. 1980Tİ yıllarda kapsamlı bir çalışma olan Türkiye Florası’na (Flora K-ofTurkey P. H. Davis) göre, Türkiye’de 10 bin civarında damarlı bitki taksonu varken, 2005 yılı Türkiye Bitkileri Veri Sistemi (TUBİVES) verilerine göre, bu sayının 10 bin 765 taksona çıktığı, son çalışmalardan Türkiye Bitkileri Listesi (Damarlı Bitkiler) kitabında ise 11 bin 707 taksona ulaştığı görülüyor. En güncel çalışma olan “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi” kapsamında yapılan envanter çalışmaları ile ise 11 bin 815 takson sayısına ulaşılmış bulunuyor.

İSTİLACI TÜRLER ARTIYOR

Öte yandan, iklim değişikliği biyoçeşitlilik üzerindeki çeşitli etkilere yol açıyor. Geçen yüzyılda biyolojik çeşitlilik ve ekosistemler, belirgin bir şekilde çevresel ve sosyal bozulmalara yol açan, sürdürülebilir olmayan gelişmeler sonucunda olumsuz etkilendi. Yavaş ama geri dönüşümü imkansız olan bu tahribatın başlıca nedenleri arasında yanlış arazi kullanımı, kirlenme, ormanların yok edilmesi gibi antropojen faaliyetlere bağlı olarak gerçekleşen küresel iklim değişikliği önemli bir yer tutuyor.

Son 30 yılda iklim değişikliğinin etkisi karasal ekosistemlerde de yoğun olarak görülüyor. Karasal ekosistemlerin nirengi taşı olan bitki türleri, yalnızca belirli iklim koşulları altında yaşamını sürdürebiliyor. Bu koşullar değiştiği takdirde, bu türler ya doğal alandaki yeni coğrafik koşullara adapte olacak ya da yayılış alanlarında değişimler gözlenecek. Bu iki seçenekten hiçbiri olanaklı değilse, bitki türlerinin azalmasına, ilaç, besin, hammadde, polinasyon, gaz regülasyonu gibi bazı ekosistem ürün ve hizmetlerinin doğal dengesini tehdit eder hale gelebilecek.

Canlıların hızlı değişen iklim koşullarına adaptasyon sürelerinin de farklı olması ekolojik sistemleri doğrudan etkileyecek. Hızlı adaptasyon gösteren türlerde yerel popiilasyonlarda artış görülürken, yavaş adaptasyon gösteren türlerde ise popülasyonlarda azalma, dağılımının değişmesi ya da türün yok olma tehlikesi söz konusu. Ayrıca iklim değişikliği neticesinde göç etmek zorunda kalan canlılar, yeni yaşam alanlarında yerli türler ile rekabete girerek onların nesillerini tehlikeye sokuyor. Son yıllarda Akdeniz de görülen yabancı istilacı türlerin sayılarındaki artış bu nedenle…

“UYUMLANMA ÖNCELİKLİ OLMALI”

İstanbul Ünivcrsitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, sıcaklık artışları ile türlerin ve ekosistemlcrin kuzey enlemlere ve dağların zirvesine doğru göçlerinin beklendiğini belirterek, ancak değişimlerin hızlı olması, genetik çeşitliliğin daralması ve insan eliyle yapılan yollar-tel çitler gibi yapıların göçleri engellemesi nedeniyle türlerin küçük alanlara hapsolabileceğiııi, hatta yok olabileceğini ifade etti. Kuraklık ve yangınlarla ormanların ve diğer ekosistemlerin yok olmasının ise sera gazı salımlarınm hızlanmasına yol açacağını dile getiren Tolunay şunları kaydetti:

“Özellikle tundralar gibi donmuş topraklarda bulunan yüksek miktardaki karbon hızlı bir şekilde ayrışarak atmosferdeki C02 miktarını artırabilir. 2 QC’ sıcaklık artışının kritik eşik olarak kabul edilmesinin en önemli nedeni de doğal karbon yutaklarındaki karbonun hızlı bir şekilde atmosfere dönmesiyle artık önlem alınmasının imkânsız hale gelecek olmasıdır. Ayrıca iklim değişikliği ekosistemlerin canlılara sağlamış olduğu gıda, su, karbon bağlama, iklim düzenleme, erozyon önleme gibi mal ve hizmetlerin de azalmasına neden olacaktır. Bu olumsuz etkilerin giderilmesi için acilen küresel sera gazı salımlarınm önce yarı yarıya azaltılması, sonrasında ise net emisyonların sıfırlanması zorunlu. İklim değişikliği hayatın her alanını etkileyeceği için beklenen olumsuz etkilere karşı uyum çalışmalarına da öncelik verilmeli. Biyolojik çeşitlilik ise özelinde habitat parçalanmasının önlenmesi, parçalanmış habitatlar arasında ekolojik koridorlar yapılması, konman alanların türlerin göç yollarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi şeklinde iklim değişikliğine uyum çalışmaları yapılması gerekmektedir.”

BİYOÇEŞİTLİLİK HARİTASI ÇIKARILACAK

Biyolojik çeşitliliğe sahip olmak kadar onu korumak da büyük önem taşıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’na göre tür koruma çalışmaları öncelikle türü tanımakla başlıyor. Türü tanımadan, yayılışını, popülasyonunu ve ekolojisini bilmeden tür koruma çalışmaları başarıya ulaşamıyor. Bu nedenle türü tanıma ve kayıt altına alma adına Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’ncc 2013:te başlayan “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Envanter ve İzleme Projesi” yürütülüyor. Proje kapsamında illerdeki tür çeşitliliği tespit ediliyor, izlemeye konu gösterge tür ve özellikli alanlar belirlenerek izleme planları oluşturuluyor. Proje çalışması tamamlanması ardından belirlenen tür ve özellikli alanlar (habitatlar) izlemeye almıyor. İzleme çalışmalarıyla biyolojik çeşitliliğin gidişatı ile ilgili uzun vadede veri elde ediliyor, biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik önleyici tedbirler alınıyor. Ayrıca endemik, nadir ve nesli tehlike altında olan türler için tür eylem planları yapılarak bu planlar kapsamında türe özgü koruma tedbirleri hayata geçiriliyor ve süreci izleniyor.

2019 yılı sonunda tamamlanması planlanan proje çerçevesinde 81 ilde başlatılan envanter çalışmaları, 74 ilde tamamlandı. Proje çerçevesinde elde edilen tüm veriler Nuh’un Gemisi Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Vcritabam’na aktarılırken, proje tamamlandığında Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik haritası çıkarılacak. Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülmesi adına meydana gelecek değişimler gözlenebilecek.

757 BİNİ AŞKIN VERİ GİRİLDİ

Tarım Bakanlığı’ndan alman bilgiye göre proje ile flora ve faunaya ait Nuh’un Gemisi Veri Tabanı’na 757 bin 699 konumsal gözlem noktasına ilişkin veri yüklendi. Buna göre, faunada bin 102 olan takson sayısı bin 416’ya ve florada 9 bin 142 olan takson sayısı 11 bin 815’e çıktı. Proje kapsamında her bir ilin çalışmasının yaklaşık iki yıl sürmesi sebebiyle ilk veriler 2015 yılında elde edilmiş olup, çalışılan il sayısının artmasıyla veri sayısında gözle görülür artışlar oldu. Bu arada 262 flora 208 fauna taksonu ve 236 özellikli alan “izleme programına” alınarak izleniyor.

Bu arada Türkiye’nin biyolojik çeşitliliği Vkorumak, tasnif etmek, kaybolmalarını engellemek amacıyla TAGEM bünyesinde kurulmuş olan tohum, hayvan, mikroorganizma, açık alanda ağaçlara ve bazı diğer bitkilere ait arazi gen bankaları olmak üzere toplam 34 gen bankası bulunuyor.

EN ÇOK ENDEMİK TÜR AKDENİZ’DE

Coğrafik bölgeler arasında 800 kadar tür ile en çok endemik tür Akdeniz Bölgesi’nde bulunuyor, bunu 380 türle Doğu Anadolu, 280 türle İç Anadolu Bölgeleri takip ediyor. Step florası hem tür çeşitliliği açısından son derece zengin hem de endemizm oranı oldukça yüksek. Step habitatınm Türkiye’de en yaygın olarak bulunduğu bölgeler ise îç Anadolu ve Doğu Anadolu Bölgeleri. Özellikle yüksek dağ stebi bölgelerinde endemizm oranı yüzde 25-40’lara kadar çıkıyor. Bazı özel step habitatlarında yetişen bitkilerin nerede ise yüzde 70-80’i endemik. Sivas’ın jips ve serpantin alanları ile Tuz Gölü çevresi ve Çankırı çevresindeki jipsli topraklar endemizm oranlarının yüksek görüldüğü bölgeler.

O nedenle Türkiye’de de bulunan doğal genetik kaynakların korunmasında, biyokaçakçılıkla etkin mücadele de büyük önem taşıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan alınan bilgiye göre 2013 yılında başlatılan “Biyokaçakçılıkla mücadele Projesi” tüm illerde etkin olarak yürütüldü.

2019 yılı itibarıyla 81 ilde biyokaçakçılıkla mücadele çalışmaları yaygınlaştırıldı. Genetik kaynakların korunması amacıyla biyokaçak-çılık ile mücadeleye ilişkin eğitim çalışmaları sürdürülüyor. Ayrıca genetik kaynaklara erişim ve fayda paylaşımı ile biyokoaçakçılıkla mücadeleye yönelik mevzuat çalışması yapılıyor. Bu arada içişleri Bakanlığı’na doğrudan ve anında veri akışının sağlandığı Biyokaçak-çılıkla Mücadele Bilgi Sistemi kuruldu.

CAYDIRICILIK ARTIRILACAK

Özellikle tarım, hayvancılık, balıkçılık, ormancılık, gıda, endüstri, peyzaj, tıp ve ecza sektörleri için yabani canlılar ve onların genetik kaynakları hammadde niteliğinde. Soğanlı bitkilerin, bazı yılan ve böcek türlerinin yapılarında bulunan etken maddeler için yurt dışına izinsiz çıkarıldığı, hatta bu maddelerin çalışmaların yapıldığı ülkeler tarafından patentlendiği biliniyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’ndan alman bilgiye göre Türkiye’de biyokaçakçılık vakalarında başta orkide (salep) türleri olmak üzere yumrulu ve soğanlı bitki türleri, yabani buğday, kelebekler ve diğer böcek türleri, engerek türleri ve semender türlerinin kaçakçılığı yaygın.

Biyokaçakçılık vakalarında Çevre Kanununun 20(k) bendi gereğince biyolojik çeşitliliğin tahrip edilmesi veya nesli tehdit veya tehlike altında olanlar ile nadir bitki türlerinin mevzuata aykırı biçimde ticarete konu edilmesi halinde 2019’da 60 bin 163 TL idari para cezası uygulanıyor. Biyokaçakçı-lığın önlenmesine yönelik caydırıcılığın daha da arttırılması adına ilgili kurum ve kuruluşlarla daha fazla tedbir alınması hedefleniyor. Türkiye’de 2007-2018 yıllarında 22 farklı ilde, toplam 68 vakada 20 farklı ülkeden 130 kişi hakkında yaklaşık 3.7 milyon TL idari para cezası uygulandı. Bu rakama 2019’da beş yabancı uyruklu kişiye uygulanan 300 bin 755 TL ceza eklendi.

Başarılı projelerin bütçelerine yüzde 33 katkı sunuyor

BiodivERsA bir ERA-NET uygulama aracı. ERA-NET ise Avrupa komisyonu Araştırma programı olan Horizon2020 programının bir enstrümanı. Amacı AB ve işbirliği halinde olduğu ülkelerde araştırma yönetim birimleri [Ülkemizde TAGEM ve TÜBİTAK gibi] arasında ağlar oluşmasını sağlıyor. Bu ağlar yoluyla araştırma yönetim birimlerinin bir araya gelmesi sağlanıyor ve ortak problemlere beraber çözüm üretmeye çalışılıyor. Sorun alanları her ülkenin görevlendirdiği uzmanlar eliyle belirleniyor ve sonrasında ERA-NET ağında yer alan kurumlar ortak proje çağrısına çıkıyor. Teklif edilen projelerde genelde en az 3 farklı ülkeden 3 araştırmacının yer alması zorunlu oluyor. ERA-NET ağında yer alan ülke/kurum araştırmacıları uluslararası konsorsiyumlar oluşturarak çağrıya proje teklifinde bulunuyorlar ve akabinde teklif edilen projeler uluslararası hakem heyetleri tarafından değerlendiriliyor. Bütçeleme her ülkenin/kurumun başarılı projede yer alan kendi araştırmacısının masraflarını karşılaması esasına dayanıyor. AB komisyonu da bu tür işbirliklerini teşvik için başarılı projelerin bütçelerine yaklaşık yüzde 33 katkı sunuyor.

Afet ve risk haritaları hazırlanacak

Gelişmekte olan ülke konumuna paralel şekilde, emisyon azaltımı ve iklim değişikliğine uyum çabalarını sürdüren Türkiye, 2023 yılı sonuna kadar iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine uyum sağlama kapasitesini artırmaya yönelik ulusal ve bölgesel uyum stratejilerini içeren planlama, uygulama ve kapasite geliştirme çalışmaları yapacak. Bölge ve şehir ölçeğinde ihtiyaçları tespit ederek çözüm önerilerini belirleyecek. Geçtiğimiz ay Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından açıklanan Karadeniz Bölgesi’ne yönelik iklim değişikliği eylem planının ardından, Türkiye’nin tüm bölgeleri için eylem planlan hayata geçirilecek. 11. Kalkınma Planı’na göre ülke genelinde iklim değişikliğinin etkilerine ilişkin senaryolar da dikkate alınarak afet tehlike ve risk haritaları hazırlanacak. İklim değişikliği etkileri dikkate alınarak buharlaşma kaynaklı su kayıplarının önlenmesi amacıyla yeraltı su havzaları ve barajlarının oluşturulmasına yönelik çalışmalar yapılacak. Tarım ve Orman Bakanı Dr. Beki Pakdemirli geçen ay açıkladığı eylem planıyla birçok şehirde toplamda 100 yer altı barajı inşa edileceğini açıkladı.

Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Koordinasyon Kurulu kuruldu

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 2022-2024 arasında dönem başkanlığı Türkiye tarafından yürütülecek. Türkiye, 2022’nin son çeyreğinde düzenlenecek Biyolojik Çeşitlilik Konferansına ev sahipliği yapacak.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, küresel biyoçeşitlilik gündemindeki gelişmelerin takibi, biyolojik çeşitliliğin sürdürülebilir bir şekilde ekonomiye kazandırılması, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin ve dönem başkanlığının etkin olarak yürütülmesi amacıyla Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Koordinasyon Kurulu kurulmasına yönelik genelge yayımladı. 2 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayımlanan genelgeye göre, Tarım ve Orman Bakanı başkanlığında kurulan Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Koordinasyon Kurulu, Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı Bilim, Teknoloji ve Yenilik Politikaları Kurulu, Tarım ve Orman, Çevre ve Şehircilik, Dışişleri, Enerji ve Tabii Kaynaklar, İçişleri, Kültür ve Turizm, Milli Eğitim, Sağlık, Sanayi ve Teknoloji, Ticaret, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlıkları ile Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Orman Mühendisleri Odası adına karar vermeye yetkili üst düzey temsilcilerin katılımıyla oluşacak. Kurul yılda en az bir defa toplanacak, çalışma usul ve esasları Kurul tarafından belirlenecek. Kurulun sekretarya hizmetleri ve koordinasyon işleri Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yürütülecek.

Özden GÜNGÖR / TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Genel Başkanı
“Biyolojik çeşitlilik büyük tehlike altında”

İklim değişikliğinden ziyade insanın çevre üzerindeki yapılaşma ve kirletme baskısı büyük bir tehdit oluşturuyor. Şu ana kadar iklim değişikliğinin biyolojik çeşitlilik üzerindeki olumsuz etkisi, insanın doğrudan müdahalesi sonucu yaşanan kaybın yanında son derece masum kalıyor. Konunun uzmanlarınca son 50 yılda biyolojik çeşitlilikteki azalmanın yüzde 28 civarında olduğu belirtiliyor. İklim değişikliğinin her ne kadar günümüzde kuraklık, sel, fırtına, hortum ve sıcaklık gibi küçük çaplı yansımaları görülmeye başlansa da belirgin etkileri 2050 yılına doğru görülmeye başlanacak. Bazı modelleme çalışmaları bu süreçte iklim değişikliğinden kaynaklı yaşanacak biyolojik çeşitlilik kaybının yüzde 15 ile yüzde 37 arasında olacağını gösteriyor. Sıcaklıktaki her bir derecelik yükselme ekolojik kuşakların kutuplara doğru 160 km kaymasına neden oluyor.

Ortalama sıcaklığın 2100’e kadar 4 derece artması durumunda kuzey yarı küredeki türlerin 500 km daha kuzeye hareketlenmesi bekleniyor. Ancak bu hareket yolları üzerinde büyük kentler, denizler ve tarım arazileri ile karşılaşan canlılar, özellikle bitkilerin yok olması kaçınılmaz olacak. Üzerinde 8 milyara yaklaşan bir nüfusla bu etkiye maruz kalacak dünyadaki kaosu önlemek için ilk adım olarak insanın çevre üzerindeki yok edici baskısını bitirmek gerekiyor. Ardından atmosfere verilen yine insan kaynaklı sera gazlarını ve bununla bağlantılı sıcaklıktaki artış durdurulmalı. Bunun için de atmosferdeki en yaygın sera gazı olan karbon dioksidi azaltmak için özellikle ormanlık alanların ıslah edilmesi ve ağaç dikilmesi gerekiyor. Atmosferdeki karbonun ağaç gövdelerinde depo edilerek atmosferdeki miktarı düşürülmediği sürece sıcaklığı sabit tutmak ya da geriletmek mümkün olmayacak. Dünya üzerindeki biyolojik çeşitlilik büyük tehlike altında.

Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK / Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi
“Radikal önlemler alınmalı”

Avrupa Birliği gerek tarım sektörü ve gerekse diğer sektörlerde ortaya çıkan gelişmelere, değişmelere göre farklı proje çağrılarına çıkıyor. Buradaki amaç, değişimlere, beklenmeyen şoklara karşı önceden veri, bilgi altyapısı oluşturarak farklı stratejilere ve senaryolara göre geleceği kurgulamak. Bundan hareketle dünyada özellikle son 10-15 yılda çok gündeme gelen ve bütün canlıları ve ekosistem hizmetlerini etkileyen iklim değişikliğini ve bunun etkilediği “biyolojik çeşitliliği” içeren proje çağrısına çıkması Avrupa Birliği’nin gelecek öngörüsünden kaynaklanıyor. Bu konu Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor. Yapılan araştırmalara göre, son 50 yılda tüm dünyada 300 bin civarında bitki ve hayvan türü yok olmuş, gelecek 15-20 yıida da tüm canlı türlerinde beşte bir oranında azalma bekleniyor. İklim değişikliği sürecinde bu azalma daha da hızlanıyor. Ülkelerin bu konuda radikal önlemler alması gerekiyor. Özellikle tarımsal üretimde ortaya çıkan üretim ve kalite dalgalanmaları ile fiyatlardaki hareketlilik, bu konuda ciddi ve uygulanabilir, sürdürülebilir önlenmeleri ve çalışmaları gerektiriyor. Türkiye Avrupa Birliği’nin bu proje çağrısından ve farklı konularda farklı proje çağrılarından, ülkeler arasında işbirliğinden geleceği düşünerek en fazla biçimde yararlanmalı. Uluslararası işbirlikleri, orta-uzun vadeli planlar ile iklim değişikliklerinden en az kayıpla çıkmanın altyapıs hazırlanmalı.

Prof. Dr. Doğanay TOLUNAY / İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa Orman Fakültesi Öğretim Üyesi
“6. Yok Oluş yaşanabilir”

İklim değişikliği ve diğer bazı faktörlerin (habitat bozulumu, kirlilik, aşırı kullanım ve istilacı türler) etkisiyle türlerin habitatlarının daralacağı ve bazı türlerin tamamen ortadan kalkacağı ön görülmekte ve bu durum ‘6. Yok Oluş’ olarak adlandırılıyor.

Çünkü günümüze kadar beş defa canlı türlerinin o anda dünyada yaşayan canlı türlerinin yüzde 60-80 kadarının ortadan kalktığı toplu yok oluşlar yaşandığı biliniyor. Bunlardan en bilineni ve en son yaşananı 65 milyon kadar önce gerçekleşen dinozorların ortadan kalktığı beşincisi. IPBES (Biyolojik Çeşitlilik ve Ekosistem Hizmetleri Hükümetler Arası Bilim Politika Platformu) tarafından da dünya üzerindeki 1.8 milyon kadar canlı türünden 1 milyonunun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı açıklandı. İklim değişikliği nedeniyle özellikle suda yaşayan canlılar ile iki yaşamlı canlılar büyük tehdit altında. İklim değişikliği, kuraklık vb. şartlara uyum sağlayamayan bireylerin ölmesi ile genetik çeşitliliği daraltmakta, habitatların yok olması ile de populasyonları ortadan kaldırıyor. Örneğin bitkilerin ısınma nedeniyle daha önce çiçek açması, ancak arılar gibi polenleri taşıyarak döllenmeyi sağlayan canlıların buna uyum sağlayamaması ile meyve ve tohum oluşumları olumsuz etkileniyor.

Haşan KOZOĞLU / Arsin Ziraat Odası Başkanı
“Fındık ve çayda hastalıklar arttı”

İklim değişikliğinin etkisiyle fındık ve çayda zararlı ve hastalıklar arttı. Daha önce ismini duymadığımız zararlılar ve hastalıklar bölgede görülmeye başladı. Kahverengi kokarca türü Türkiye’ye Gürcistan’dan geldi. Bölgede yeşil kokarca vardı, onunla mücadele kolaydı. Kahverengi kokarca sadece meyvede değil, fındık ve meyve ağaçlarının kendisine de zarar veriyor. Turinçgillerde görülen uzun antenli böcek de bölgeye geldi. İtalya menşeli İstanbul’dan gelen süs bitkilerinin bölgede yetiştirilmeye başlamasıyla turinçgillerde görülen uzun antenli böcek fındık bahçelerine yerleşti. Fındığa, meyve bahçelerine zarar veriyor. Bu süs bitkisinde 60’a yakın konutçusu var. Ayrıca, üzüm bağlarında görülen külleme hastalığı fındıkta da zararlı olmaya başladı.

HÜLYA GENÇ SERTKAYA




Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir